Her gün B.’den bir mesaj bekledim. Attığı mesajların hepsi saçmaydı. Ama hayata bağlanmama yetti. On gün boyunca hayatım, sağlığım, kendim için ağladım durdum. Dizlerimin üstüne çöktüm ve tanrıya dua ettim beni affetmesi için. Yaptığım -son zamanlarda yaptığım-
iğrençliği düşündüm. B.’nin bana yapmam gerektiğini söylediklerine göre dua etmeliydim. Hoş, o bunları söylemeden önce de yapıyordum. Yapıyordum yapmasına ama onunla benim şarkılarımızı dinlerken günah işlemeye devam ediyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Dua ederken günah dolu konuşmalarda bulunuyordum. En sonunda şansıma buna engel olunmuştu. Nasıl olduğunu bilmene gerek yok. Aslında anlatmaya da üşeniyorum, yalan söyleyemem. Hayır, üşenmiyorum da. Sadece anlatamıyorum.Şimdi izin verirsen günü anlatayım. İkinci gün denize girileceğine dair anlaşmıştık. Ama babam çoktan yan çizmişti. Biz de amcamla birlikte gitmeye karar verdik. Deniz şortlarımız giydikten sonra güneş gözlüklerimizi taktık. Elzem merhemleri aldıktan sonra yürümeye başladık. Binadan çıktığın zaman sağ tarafta babamın akrabası, yaşayan tek dayısı, dayısının çocukları ve torunları kalıyordu. Sırası gelince orada yaşadıklarımı da anlatacağım. Orayı bir kenara bırakıp denize giden yola girelim. Sol tarafta ise babamın başka bir akrabası ve kuzeni bulunuyor. Denize en kolay yoldan gitmek istiyorsan onun bahçesine, mülküne girmen lazım ki bu senin için biraz imkansız duruyor. Oradan bahsetmek istiyorum biraz da. Bahçenin zar zor ayakta duran tahta kapısından geçtikten sonra karşına yarı inşaat halinde, bir türlü tamamlanmamış turuncu meşhur tuğlalı bir ev bulunuyor. Burayı genelde yazın kullanıyorlar. Bu evin daha arkasında küçük, ağaçlardan gözükmeyen bir kısmı daha var. Burayı kışın kullanıyorlardı. Bahçenin sağında solunda iki ev yanındaki babamım dayısının kümesindeki tavukları gözüküyordu. Sağ tarafa doğru gittiğin zaman açılır kapanır, bahçenin kapısındakiyle aynı durumda olan bir tahta parçası görünüyordu. Bu parçanın açılıp kapanması giriştekine nazaran daha zordu. İşte o parçayı geçtikten sonra tebriklerdi, artık denize gidecek olan patikadasın. Geçiti geçtikten bir iki adım sonra hızlanmazsan sinekler ve uçabilen çeşitli yaratıklar tarafından ısırılırsın. Şu an yürüdüğün yol boş olsa da hızlı olmaya devam etmelisin yoksa yan taraftaki otlukta beslenen ineklerin kötü kokuları burnunu yakalayabilir. Bu kısmı da geçtikten sonra yerde, patikayı ikiye bölen dikenli bitkiler bacaklarını acıtabilir. Bu yüzden deniz havlularını, güneş kremlerini ve diğer mühimmiyetlerini koyduğun poşetleri bacaklarına siper etmelisin. Bu sırada uçanlar (sinekler) sana saldırmaya devam edecekler. Patika yarı kum yarı toprak zeminini tamamen kuma bıraktığı zaman az da olsa rahatlayabilirsin. Neden mi az? Çünkü tepede tüm gücüyle ısıtan yaz güneşi kumu ısıttı ve plastik terlikter yerdeki taşları batırıyor, hissediyorsun. Ama yakınlaştın. İlerledikçe deniz kokusunun burun deliklerinden geçişinin zevkini yaşıyorsun. Tek gürültü dalga sesi ve arada bir geçen kuşlar. Sadece denizin dalga sesi. Neden mi? Çünkü boş. Kimse yok. Sadece sen, hayallerin, tanrı ve deniz. Sadece iç sesin var. Yalnızsın. Bu benim için tipik bir durum. Ama senin ya da B. için değil sanırım, öyleyse de pek umrumda değil. Yazdığım, senin de okuduğun kadarıyla hayatının en uzun on dakikası gibi düşündürüyor ama emin ol çok kısa. Hele insanın aklında ve kalbinde sizin gibiler varsa hiç de zorlanmıyor. Emin ol zorlanmadım. Amcamla denize vardığımız zaman bir kez daha hayal kırıklığı yaşamıştım çünkü Karadeniz’di bu. Tüm çılgınlığıyla dalgalanıyordu deniz. Amcam birkaç kez ıslandıktan sonra sadece dönmekle yetindik. Harika bir tatildi, gerçekten.