İnsanların kendisini köşeye sıkışmış hissetmeleri neden olurdu? Cevap vermek istemedikleri soruların kendilerine yöneltilmesinden dolayı mı? Yoksa gerçek cevapların canlarını yakacağını bildiğinden mi? Çoğu zaman da kendilerine herhangi bir soru sorulmasa dahi öyle hissedenler vardı. Ben sanırım o gruptandım.
Şu yaşıma kadar kendimi tamamen rahat, tamamen güvende hissettiğim bir anı hatırlamıyordum. Tamamen sevgiye bulanmış, her tarafından damarlarına şefkat aşılayan insalarla bir arada olmamıştım. Onun yerine sürekli tetikte, sanki her an kötü bir şey olabilirmiş hissiyle hareket ediyordum. İnsan bir müddet sonra bu şekilde yaşamaya alışsa da her geçen gün onu içten çürütüyordu. Bunu biliyordum çünkü bizzat sabahları güneşi gördüğümde, yeni bir güne gözlerimi açtığımda aynı his benimle birlikte oluyordu. Yeni bir gün demek benim için içimdeki o renkli dünyanın bir noktasının daha grileşmesi demekti.
Şu an karşımda bana bir sürü soru yöneltip sorularından yalnızca bir iki tanesine cevap alabilen Erva beni köşeye sıkıştırıyordu mesela. Bunu bilere ya da kötü niyetle yapmadığını biliyordum. Her ne kadar hala içimdeki Arsenin bile arada sırada şaşırmasına neden olsada Erva bize değer veriyordu ve bizim için endişeleniyordu. Belki ona hak ettiği karşılığı, sorularının cevaplarını ya da bana gösterdiği sevginin yarısını bile doğru düzgün veremiyordum. Ama içten içe ikimizin arasında güçlü bir bağın oluştuğunu da hissediyordum ve bazen o gelişme o kadar hızlı ilerliyormuş gibi geliyordu ki korkmadan edemiyordum.
"Bak buraya yazıyorum, bir gün bu sorduğum soruların bütün cevaplarını bana kendin vereceksin" dediğinde dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı.
"Öyle bir şey olmayacağına emin olabilirsin"
"Kendi ağzınla söylemene gerek yok; davranışların, hareketlerin ve ifadelerin bana yardım edecek" dedi sırıtarak. Cevap vermedim ve önümdeki kahveden bir yudum aldım.
Birkaç saniye ikimizde sessizce masada oturmaya devam ederken gözlerimi etrafımızdaki insanlarda gezdirdim. Oturduğum kafe sabahın erken saatleri olmasıyla birlikte hafta içi olduğu için fazla kalabalık değildi. Ben her ne kadar dışarıda oturmayı teklif etsemde Erva işe gittiği için hastalanmaması gerektiğini söylemiş ve sonuç olarak iç kısma oturmuştuk. Bir sürü şeyin kokusu birbirine karışmıştı ve her ne kadar tatlı sevmesemde içerideki o kahveyle karışmış tatlı kokusu hoşuma gitmişti.
"O zaman bir antlaşma yapalım" dedi Erva sessizliği bozarak. Birkaç dakikadır konuşmamasının sebebinin bu antlaşmayı düşünmesi olduğunu tahmin edebiliyordum.
"Oyun oynayacak havamda değilim, Erva" dediğimde kahvesinden içerken kafasını iki yana salladı.
"Oyun değil. Sadece ikimizi de memnun edecek bir şey. Ben sana üç soru soracağım ve sende cevaplayacaksın"
"Peki burada beni memnun eden kısım nerde?" dememle bir müddet sessiz kalarak düşündü. Ardından gözleri tekrar benimkileri bulduğunda, "Benim sayemde bir insanla konuşmuş olacaksın" dedi. Verdiği saçma cevaba karşı gözlerimi devirdim.
"Ya lütfen! Başka türlü senden bir şey öğrenemiyorum" diye ısrar edince her ne kadar istemediğimi söylesemde vazgeçmeyeceğini anlamıştım. Ben ne zaman 'hayır' ya da 'istemiyorum' desem o daha çok üstüme gelecekti. Bu yüzden en azından dediği gibi üç sorusuna cevap versem yeterdi.
"İyi. Sadece üç soru, fazlasına cevap vermem" dedim sert bir tavırla. Aynı anda aklıma Seda'nın da bana tıpkı Erva'nın şu an benden istediği gibi üç soru sormak istemesi gelmişti. O zaman kendi içimde düşüncelere dalıp üçten fazla sorusunu cevapladığımda artık çok geçti ama şimdi daha dikkatli olacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ (DÜZENLENİYOR)
Jugendliteraturİki dudağının arasında bir şarkı mırıldanıyor, mırıldandığı şarkı karanlık geceye karışıyordu. Sanki mırıldanmalar Şeytanın dudaklarından dökülüp benim içime işliyordu. Kulaklarımda çınlıyordu her bir kelime. Ölümü yakından hissediyordum. Mırıldanm...