Soğuktan hissetmediğim ellerimle kafenin kapısını ittirdim. Kapının üstündeki minik çan, kapının açılmasıyla çalınca adının Ömer olduğunu hatırladığım çocuk elinde tuttuğu tepsiden fincanı müşterinin önüne bırakıp kafasını benim olduğum tarafa çevirdi. Hemen ardından, "Erva, buzdolabı arkadaşın geldi" diye içeriye seslendi. Gözlerimi devirdim. Beni gördüğünde her defasında aynı şeyi söylemekten sıkılmıyordu.
İçerinin sıcaklığıyla ısınmaya başlayan ellerimi montumun ceplerine soktum ve başımı mutfağa doğru döndürdüm. Birkaç saniye sonra Erva elindeki mutfak beziyle mutfaktan çıktı. Kaşları çatıktı, beni henüz görmemişti ve direkt olarak mutfak kapısının önünde duran Ömer'e bakıyordu.
"Ne bağırıyorsun millettin ortasında be?" dedi Ömer'in koluna vururken. Ömer da ona karşılık Erva'nın topuzunu çekmişti. İki genç birey değillerdi de beş yaşındaki çocuklardı sanki. Bu hallerine karşı dudaklarımda minik bir gülümseme belirdi.
"Seninki geldi" dediğinde Erva'nın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı, hemen sonra Ömer'in beni işaret ettiği tarafa döndü. Göze göze geldiğimizde yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti ve tezgahın arkasından çıkıp koşarak yanıma geldi. Kollarını bedenimin etrafına doladığında her ne kadar birkaç saniye hareketsiz kalsam da daha sonra ben de kollarımı ona dolamıştım.
"Hoşgeldin!" derken sesindeki sevinç istemsizce içimi ısıtmıştı. Geri çekilip ışıldayan gözleriyle bana bakarken, "Sana bir şey diyeyim mi, bugün geleceğine dair bir his vardı içimde" dedi.
"Aslında dün gelecektim ama işim vardı" dedim boş masalardan birine doğru yürürken. O da benimle birlikte yürüyor, bir yandan da önlüğünün arkadan bağladığı iplerini çözüyordu.
"Hepsini anlatacaksın" dedi her geldiğimde şans eseri boş bulup oturduğum üç kişilik masanın yanına geldiğimizde ortadaki sandalyeye önlüğünü atarken. Ardından Ömer'e doğru elini kaldırıp, "Ben molaya çıkacağım" dedi ve bana döndü. "Üşümüşsündür baya, dışarısı buz gibi. Sıcak ne içmek istersin? Salep yapmaya başladık. Ben denedim, baya güzel"
Omuzlarımı silktim. "Olur"
Tekrardan Ömer'e döndü. "Koçum bize iki tane salep getir" Kafamı Ömer'e çevirdiğimde gözlerini devirdiğini gördüm.
Erva karşımdaki sandalyeye oturduktan sonra her zamanki dağınık topuzundaki tokayı çıkartıp uzun, renkli saçlarını saldı. Elleriyle geriye doğru tararken gözüme fazla yumuşak gözükmüştü saçları.
Yeterince ısındığımı hissederek şapkamı kafamda bırakıp montumu çıkarttım. Montu sandalyemin arkasına astım, sırtımın arkasındaki çantayı ortadaki sandalyeye koydum. Ellerim de eski soğukluğuna dönmüştü."Ee? Anlat bakalım, görüşmeyeli ne yaptın? Dün ne iş vardı? Bugün ne yaptın? Sarp ne yapıyor? İyi mi o da?" diye sorularını ard arda dizerken sondaki sorularına karşılık kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım.
"Sarp mı? Sen? Sarp'ı mı soruyorsun?"
"Lafın gelişi sorduğumu anlarsın sanmıştım" dediğinde kıkırdadım. "Bir an gerçekten sordun sandım"
Yüzünü buruşturdu. "Aman bana ne be onun nasıl olup olmadığı" dedi ve, "Ben senin ne yaptığınla ve nasıl olduğunla ilgileniyorum" diye ekledi.
O sırada Ömer elineki tepsiyle masamıza geldi. İki fincandan birini benim, birini de Erva'nın önüne koydu. "Teşekkürler" diye mırıldandım.
"Ben müşteri olsam sana bahşiş vermezdim" dedi Erva Ömer'e takılarak. Artık hobisi haline gelmişti.
Ömer tepsiyi göğsüne yaslayıp alay eden bir ifadeyle Erva'ya baktı. "Hadi ya? Nedenmiş?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ (DÜZENLENİYOR)
Teen Fictionİki dudağının arasında bir şarkı mırıldanıyor, mırıldandığı şarkı karanlık geceye karışıyordu. Sanki mırıldanmalar Şeytanın dudaklarından dökülüp benim içime işliyordu. Kulaklarımda çınlıyordu her bir kelime. Ölümü yakından hissediyordum. Mırıldanm...