1

8.2K 787 326
                                    

14 Ağustos 2017 15.04, 23 GÜNDÜR KAYIP

JEON JEONGGUK

On üçüncü ısırık. On üçüncü yara. Bir milim uzunluktaki yenmiş tırnaklarla tüm hırsımla kaşıdığım on üçüncü kızarıklık. Bunu kendi türümden bir canlının dişleriyle ve dudaklarıyla yapmasını tercih ederim, lâkin tüm bu izlerin sahibi çirkin sivrisinekler.

Bacaklarımda dizlerime kadar gelen bir basketbolcu şortu var, -ancak bir kez bile elim top tutmuş değil. Üzerimde beyaz bir tişört, geceleri soğuk oluyor, şiddetli bir esinti geçiyor, bana bol gelen kumaşı dansa kaldırıyor. Çırılçıplak olduğumda rüzgâr, dans partnerini bulamamanın hüznüyle daha da şiddetli esiyor. Avcumdaki paketin içinde bulunan beyaz tozlar yetmiyormuşçasına, kaşıntıyı gidermek amaçlı her gece içtiğim ilaçlar da bağımlılık yapmaya başladı. Kıyafetli kıyafetsiz fark etmeksizin, o kara böcekler için tenim muhteşem açık görünüyor. Afiyet olsun.

Ve ne hikmetse on ikiden sonra kaşınmaya başlıyorum, vücudum benden nefret ediyor diye düşünüyorum. Yoksa bayılana kadar ayık durduğum saatlerin sonunda ısırılmayan yerlerin bile kaşınmasının farklı bir açıklaması olamaz. Neyse ki şu an epey dincim, güneş tam tepede.

Yanımda bir çocuk var, arkamızda bir cenaze. Herkes ağlarken, bunaltıcı ortamdan çocuğu uzaklaştırmaya çalışmışlar zira bir yetişkinin bile katlanmak istemeyeceği bir havası var. Belki on beş dakika sonra toplaşıp ayin yapar, güneşe meydan okur, bulutlara ağlaması için sinyaller gönderirler, öyle bir ciddiyet, öyle bir seviye. Kendim denediğim için demiyorum ancak, işe yaradığını düşünmek bile insana haz veriyor.

Çocukla beraber kalabalıktan birkaç metre uzağız, bir sürü ağacın bulunduğu yerde, arabaların hızla geçtiği bir ortam. Arkamızda bir sürü ölü beden var. Üstlerinde gri bir taş, orada bir beden yattığını belirtmesi yetmiyormuş gibi, hangi bedenin yattığını söyleyen yazılar bile var. Oysa bu, o bedenlerin bile altında bulunan kemiklere ve fosillere büyük haksızlık. Bastıkları her adımın altında bir hayat sona ermiş, farkında değiller. Bedenlerin altında bedenler var, yaşan kişilerin de içinde.

"Hey, sence arabaları aşıp karşıya geçebilir miyiz?" diye mırıldanıyor çocuk, yüzü ve kıyafetleri benimkilerin aksine tertemiz. Bembeyaz teninin yanında bağdaştırılmış esmer kollarım ile barış ve savaşı temsil ediyormuşuz gibi. Rugan ayakkabıları simsiyah ve cilalı. Benimse ayaklarım çıplak, biraz toprağa bulanmış, bir de kan toplamış birkaç yara izim var. Tırnaklarımın kenarları kıpkırmızı, göz altlarım da. Dizlerime sarılmış bir şekilde kalçalarımı yere değdirmeden oturuyorum. Pislikten iğreniyor değilim, yalnızca çocuğa ayak uyduruyorum. Oysa yerdeki pisliğin benden iğrenmesi gerek, çünkü ondan daha kirliyim.

"Bunu neden yapalım?" diye yanıt veriyorum, çünkü asfaltın diğer tarafı düz bir duvardan ibaret. Omuz silkiyor.

"Oyun oynamayı seviyorum. Büyükamcamın bana hediye ettiği tablette bir sürü var. Yalnızca kendi hayatım da bir oyun olsa nasıl olurdu diye düşünmüştüm." diye karşılık veriyor, oldukça bilmiş. Ama düşünce tarzını sevdim.

"Burada bir tane canın var?" Kaşlarım havalanıyor. Ona akıl hocalığı yapmak için fazla kaçığım, zira ebeveynleri bunu fark etmiş, annesinin gözü arada bir bedenime takılıyor. Görmemiş gibi yapıyorum.

"Olsun," diyor, tekrar omuz silkiyor. Omuzlarına iki kez vurasım geliyor. "Diğer oyuna geçeriz biz de?"

Elindeki dal parçasıyla yeri eşeliyor, sesler sinirimi bozuyor. İnce parçayı parmakları arasından alıp ikiye ayırıyorum. "Başka oyun yok, çocuk."

narcotiqueHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin