Erik Satie, Alexandre Tharaud - Gnoissienne: No.1
"Ne verdim dedin?!" dedi esmer olan, güzel olarak nitelendirdiği bedeni uyandırmak istemediğinden fısıldıyordu.
Karşısındakinin bakışlarını yakalayan kırmızı saçlı kaşlarını çattı. "Ne yapsaydım ya Taehyung? O iyi değil..."
"Bu ona sakinleştirici vermeni gerektirmiyor, Hoseok! Sikeyim!" dedi, küfretmeyi sevmemesine karşın şu sıralar epey kullanmaktaydı. Yeniden sessizlik oldu, yarı aydınlıkta ayakta bekleyen iki bedenden biri yatan kişiye baktı başını yarım çevirip. Akabinde arkasına bakan bedeni izleyen, solmuş kırmızı saçlının tutamları camdan gelen esintiyle titredi. Karışıklardı.
"Taehyung," dedi arkasına bakan bedenin dikkatini çekmeye çalışarak. "O, sahiden katil oldu mu? Herhangi bir şekilde?"
Kendisine seslenilen yalnızca baktı, Hoseok dudaklarını birbirine bastırdı.
Hoseok ikinci kez dudaklarını aralayarak fısıldadı. "Gel, buradan çıkalım."
Uzun holü aşıp yeşil koltuklara varana değin konuşamadılar, kırmızı saçlı kapıyı kapattı. Birlikte asker yeşili koltuğa yerleştiklerinde, Hoseok dirseklerini dizlerine yaslamıştı, konuşmaya doymuyor gibiydi.
"Sen yokken doğru düzgün yemek yemiyor. Uyuyor, etrafı izlemekten sıkılmıyor. Kendisi fark ediyor mu bilmiyorum ama ara ara fısıldadığınu işitiyorum." dediğinde Taehyung bacaklarını aralamış, bir kolunu göğsüne dayamışken diğerinin dirsek kısmını koluna verip işaret ve baş parmaklarıyla dudaklarını çekiştiriyor, tahta zeminden başka odak seçemiyordu.
"Travması olan bir insanı kendine bağlamışsın, Taehyung." Seslendiği kişinin sessizliği en az Jeon'da olduğu kadar ara ara konuşanın kendisini de rahatsız ederdi. Kelimesizliği yakıcıydı. "Sürekli terk edip gidemezsin bu şekilde. Böyle insanlar evcil köpeklere benzer; sen her o kapıyı çekip gittiğinde, o da kendisi fark etmese bile terk edilme psikolojisine giriyor."
Taehyung sadece sesli bir şekilde nefes verdi burnundan. Bu sırada bir bacağı titriyordu.
"Bir süre seni ben idare ederim. Sonrası için de karar vermen adına yeterli bir süre. İyi düşün, Taehyung. Lütfen, çok iyi düşün."
•••
"H-hoseok..."
"Sorun değil, olanları biliyorum." Gözlerim iri iriyken ona bakıyorum. "Annesi hemşireydi merak etme." diyor, beni yanlış anlıyor, önüme dönüp kucağımı izliyorum. Annesi hemşireyse ne olmuş? Nasıl ölüneceğini daha mı iyi biliyor? Daha mı kötü? Annesinin çalıştığı hastaneye mi kaldırıldı? Ölümü daha acısız gerçekleşti diye mi bu rahatlatmak? Ölmediyse, karakola intihar girişimi yüzünden mi gitti?
"Acıkmışsındır diye bir şeyler getirdim-" diyor, alışık olduğum poşet seslerini duyuyorum.
"Neden daha erken gelmediniz?"
Canlı çıkan sesinin aksine uzun süre mezarda kalmış gibi bir ses tonum var. Anladınız mı? Gibi değil aslında. Ben oraya işedim bile.
Sandalyeden kalkıp yanıma yerleşiyor, iç çamaşırım dışında çıplak olan bedenimin alt kısmı yorganda kalmış, iki yana kırık bir şekilde açık. Onun da elleri kucağında duruyor. Bakışlarımı ona çeviriyorum. "İşlerim vardı."
Kızmak istiyorum, Hoseok'u yanımda istemediğimden bahsetmek. Fakat omuz silkip sırtımı ona döndürmekten ve aç olmadığım, yemek yemek istemediğimden bahsetmekten başka bir şey demiyorum. En azından biraz, diyor. Yine istemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
narcotique
FanfictionPsikolojik bir çöküşün öyküsü. "O ev bir cennet, Taehyung, ben ise Adem'im." diyorum, gözlerim koyu irisleri arasında mekik dokuyor. "Bir kez tadıp pişman olmadığım yasak meyveyi benden koparıp alamazsınız."