14

2.2K 352 150
                                    

Aydınlık tanrısı Mithras'a ve diğer dinlerin tüm tanrılarıyla güneşi yeniden gökyüzüne kavuştursun diye sessizce -belki de adı dua denebilecek şekilde konuştuğum, bazense uyukladığım bir gecenin akabinde mutfaktan gelen tıkırtı, tabak ve metal sesleriyle uyanıyorum. Henüz kalkmış olmanın devamında kollarını bana açarak koşan sersemliğe kaba bir yumruk çakarcasına üzerimdeki yorganı fırlatarak mutfağa ilerliyor, siyah saçlı beyefendinin tanıdıklaşmaya başlayan bedeniyle bir darbe de ben yiyorum. O yumruğun intikamının alındığını sersemliğime bildirmek istediğim vakit beni affediyor ve hemen bana sarılıyor. Yapışık.

Tavanın önünde kızartma sesleriyle beraber duran bedene doğru bakıyorum, beni fark ettiği yarım saniyelik zaman diliminin içerisinde bana günün aydığını bildirmesinin ardından işine geri dönüyor. Uyuşukça yeşil koltuğa ilerliyorum, henüz toplanmış kırışık çarşafların yanında kambur oturuyorum. Sabahın buralısını ilk kez görüyorum zira geceler hariç hiç uğramam bu odaya.

"Kahvaltı hazırladım." Evet, şaşırtıcı bir şekilde bunu görebiliyorum. "Gel hadi."

Göz ucuyla baktığımda elinde tavayla beraber masaya koyduğu tabaklara ilerliyor, yanında kahvaltılıklar bulunuyor.

"Bay Kim kahvaltı yapmaz."

"Biliyorum, karakolda ben ona yediriyorum zaten." diyor yeniden ocağa dönüp elindekini bırakarak. "Dolap bomboş ve sen genç olmana karşın inceciksin."

İdealize edilmiş kişilikler. Lisede kullandığım şu cümle. Her sabah dörtte kalkıp spor yapıyor, duşumu alıyorum hocam, böylesi daha sağlıklı. Ne de idealize edilmiş bir kişilik. İdealize edilmiş kişilik değilim! Her sabah o sikik sporu yapıp sikik derslere- dur öğrenmek güzel- çalışıp duş alıyor ve diyet yapıyorum, fakat benim kendime has kişiliğim bu! İdealize edil- Ah, tamam yeter sus.

Kafasız yine taklitlere başlıyor. Yüzsüz simaları hatırlamaya değmeyeceğini biliyorum. Kim Taehyung'dan beni bırakıp gitmesinin ardından bu düşünceleri hapsettiği için nefret etmek istiyorum. Masaya oturuyorum, yine yanımda. Beni öpecek diye bir tık sağa kayıyorum sandalyemle. Aklımı okuyor, gibi beni öpmeyeceğini söyleyip göz deviriyor. Umarım kafasızı da görür de cımbızla alır onu. Alınabilirsin kafasız.

İsteksizce boğazımdan birkaç lokma geçiriyorum, yanımdaki adam, tabağımı yiyeceklerle doldurmaya devam ediyor.

"Bana bir anne gibi- sanırım anneler böyle, baktığına göre Bay Kim hiç gelmeyecek." Yanıt vermiyor. "Tekrar aramak istiyorum." diyorum birkaç dakika sonra.

"Arayamazsın." diyor iç çekerek. Sebebini sorgular gibi bakıyorum. "Çünkü ben de ulaşamıyorum."

"Sen ne zaman gideceksin?" Lokması boğazında kalır gibi oluyor.

"Taehyung gelince." diyor yutkunmasının ardından. Harika.

"Neden buradasın?" Amacım kaba olmak değil. Ama bunu bilme. Zorunda değilsin. Vicdanım varmış. Teşekkürler Kim Taehyung'a. Bir duyguyu daha yaşadım. Vicdanı hissetmek ya da adı neyse artık.

"Çünkü Taehyung rica etti."

"Ama öpücüğüne karşılık vermedi?"

"Bu, onun ricasını reddedeceğim anlamına gelmez Jeongguk." Fedakârlık. Sabır. Aşk. Duygu böyle bir şey. Duyguların Zeus'u. Öyle ki, neredeyse tüm tanrıçalarla yatağını paylaşan Zeus gibi aşk duygusu da diğer tüm duyguları mahvediyor, onlara tohumlarını bırakıyor ve acı doğuruyor, arada şanslıysan mutluluk. Acı bir, mutluluk iki, acı üç, acı beş, acı dokuz, mutluluk henüz dört.

Onu izliyorum yemeğini yerken. Onun yaptığı fedakârlığı yapmaya benim Bay Kim sayesinde yahut yüzünden aşılmış kişiliğim dahi izin verir mi, bilmiyorum. Ona özeniyorum. İzlendiğini fark eder gibi bir ara bir bakış atıyor bana. Kendimi çekme ihtiyacı hissetmesem de, o duraksayarak yeniden önüne dönüyor, kaşlarını kaldırıp indiriyor, boğazını temizliyor ve masaya davranıyor ayaklanarak. Bu da saf. Bu da Jimin'in bir alt versiyonu gibi. Sanırım. Lütfen intihar etme. Ama bunu dile getirmem. Ben korkağım.

narcotiqueHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin