9

2.4K 397 85
                                    

Ernesto Cortazar - Beethoven's Silence

Raskolnikov, işlediği ilk cinayetin ardından korkunç paranoya duyuyor. Ertesi gün karakola çağrıldığında korkusundan oturup her şeyi anlatacak kıvama geliyor. Korku, paranoya, insanı öldürüyor. Onu da öldürüyor. Raskolnikov'u da öldürüyor. Yarım kalan kitabın -aynı vakitte yanıma almadığım için pişman olduğum sayfaların- akabinde ne olduğunu bilemesem de, eski öğrenci tarafından ilk kez korkuyu öğreniyorum.

Elimin altında Bay Taehyung'un hızlanan kalp atışlarını hissediyorum; bir insanla ilk kez bu kadar uzun süre yakın olmamın yanında, bir de kendisine can veren bir organı avcum içerisinde tutmak, ilk kez biyolojik deney yapan bir ortaokul çocuğu kadar korkunç hissettiriyor. Travmatik bir ölümün ardından katran karası bir dehşet, sivri dişli bir canavar gibi göğsümden tüm bedenime yayılıyor. Bir boya kutusunun içerisine atılmış kadar simsiyah artık vücudum. Kendisinden korkar hâldeyim, ancak bir oturup anlatacak kıvama gelemiyorum.

Hızla ayaklanıyorum, telaşımın nedenini kapının ardındaki kişi zannettiğini biliyor, buna rağmen bir söz söyleme gereği duymadan bana verdiği odaya doğru ilerliyorum. Kapı ısrarla çalınmaya devam ediyor; Bay Taehyung avuç içlerini pantolonuna sürtüyor, düşen omuzları ve başından derin bir nefesi hızla verdiğini anlıyorum. Aralık tahta kapıdan bir bir her şeyi gözlüyorum.

Yavaşça kapıyı aralıyor; kendi boylarına yakın, uzun bir beden görüyorum. Yüzü ve burnu biraz uzunca, şaşkınlıkla küçük gözleri büyümüş, dudakları küçük bir top şeklini almış gibi büzülmüş duruyor. Telaşlı bir kahkaha işitiyorum, bana dehşet tanıdık gelen bu bedenden.

"Vo-voah! Dondum! Amma geç açtın kapıyı, arkadaşım. Ne oldu sana böyle? Bu yüzü en son Namjoon bize dehşetle çocukluk travmasından, büyükannesinin ayaklarından söz ederken görmüştüm. Nasıl olduğunu bilirsin." deyip hafifçe taklit etmeye çalışıyor. Bunun bin mislini Bay Taehyung'da hayal edince, ona epey sıkışık anlara soktuğumu fark ediyorum. Uzunca olan tanıdık adam yavaşça elindeki poşetle eve giriyor, Bay Taehyung'un yapma yan gülüşünü buradan görüyorum. Adam birbirine sürttüğü ellerini ayırıp birini onun yüzüne koyuyor.

"Vay canına Taehyung, sen gerçekten kötü görünüyorsun..." diyor. O ise elini adamın elinin üzerine koyup indiriyor. "Sadece biraz... Yorgunum... Neden gelmiştin?"

Biraz.

Son soruyu biraz çekingence sorduğunu anlıyorum. Adam kaşlarını çatıyor.

"Sen gerçekten iyi değilsin galiba.."

"Hoseok..."

"Ayrıca yüzündeki bu çizikler..."

"Hoseok." diyor, bu sefer uyarıcı bir ses tonuyla.

"Betin benzin de atmış..." dediğinde adını üçüncü kez sinirle söylüyor, adam pes ediyor.
"Nasıl unutursun? Bugün Namjoon'un doğum günü... Seni almaya gelmiştim." derken sesi bıkkın geliyor. Bay Taehyung bana doğru bakıyor, aralıktan gözüken gözlerim koyulukları ile çarpışıyor. Uzunca baktığından Hoseok denen adam da buraya doğru bakıyor, hızla geri çekiliyorum; sırtım masaya çarpıyor, üzerindeki bibloyu düşürüyorum. O, başını yeniden hızla adama çevirmişken, adam yeniden buraya bakıyor; akabinde Bay Taehyung avcunu adamın yüzüne yaslayıp kendine çevirmeye çalışıyor, fakat o, yeniden buraya bakıp duruyor. Bay Taehyung elini çekiyor, başını sallıyor, dikkatini çekmeye çalışır gibi konuyu devam ettiriyor. "Ha-hatırladım... Hediyemi bir ay önceden aldığım için şimdi aklıma geldi." diyor, sahici olup olmadığını pek anlamıyorum. "Sen geç otur, ceketimi de alıp geleyim."

Hoseok denen adam bir süre duraksayıp şüpheyle baksa da, soldaki odaya aheste aheste giriyor. Bay Taehyung ise başını eğerek seri adımlarla buraya ilerliyor; dizlerimin üzerindeyim. Odaya girdiğinde hafifçe yükselip kazağını aşağı çekiştiriyor, başımı iki yana sallıyorum. Solgun bir ifadeyle bana bakıyor, sağ elim kazağını yumruk yapmış hâlde tutarken sol elim yanağını buluyor. Sahiden kötü görünüyor. Elini yüzündeki elimin üzerine koyup kavrıyor, diğer eli yumruğum üzerine kapanıyor. "Geleceğim," diye fısıldıyor, başımı iki yana sallamaya devam ederken aynı sözcüğü zikrediyor. Akabinde yavaşça beni kendinden ayırmaya çalışıyor, ellerimi daha da sıkılaştırıyorum. Başını hafifçe çevirip avcumu öpüyor, beni sakinleştirmeye çalışıyor gibi. İki dizim aralık bacaklarının arasındayken kazağından ayırmaya çalıştığı yumruğumu kumaştan ayırıp göğsüne vurmaya başlıyorum. Sözde duygusal bir dönemden geçtiğim iddia ediliyor, zorunluluk hâlinde bir şefkat hissediyorum. Onu ittirmeye çalışıyorum, parmakları yüzüme tutunuyor, burunlarımız birbirine değiyor. "Jeon, yapma." diyor, yeniden kısık bir sesle. Kazağını çekiştirip dudaklarına asılıyorum, çatılabildiği kadar çatılmış. Akabinde tırnaklarımı tenine geçirerek kollarımı bedenine sarıyor, dizlerim üzerinde hafifçe tepiniyorum. Sol eli saçlarımı, uzun süre soğuk bir alanda bırakılmış kadar, buzu andıran sağ eli ensemi buluyor. "Geleceğim," diye fısıldıyor yeniden. "Geleceğim."

narcotiqueHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin