22

5 2 0
                                    

Arabanın kapısını dinlediklerimin şokuyla açıp nazikce geri kapattım. Bahçe kapısından içeri adımımı attıp mutfağa doğru yürüdüm. Masanın başında gazete okuyup bir yandan da Türk kahvesini yudumlayan Kenan Beye ilişti gözüm. Tezganın üzerindeki sürahiden yanındaki bardağa su koyup içtim. Içerken zihnimdeki düşüncelerin önüne geçemiyordum. Mert öz annesini öğreniyordu bunun verdiği zararla hareket edip birine aşık olduğunda herşey yok olup gidiyordu. Aslında bende isterdim öz annem olmasa da öz annemmiş gibi seven birisini en azından bir yanım boş kalmazdı."Dolunay?" sert ses tonuyla sınırcı halini açık açık oraya koyuyordu. Yüzümü ona doğru çevirip devam etmesi için bekledim. " Okula gitmiyorsun, bir ton serseri ile aynı masaya iki kız oturup onlarla sigara içiyorsun öyle mi ha!" diye bağırmaya başladı. Masanın üzerindeki şekerlik, lokumluk ve kahve bardağını bir çırpıda yere serdi. Ağlayacaktım, burnumun direklerinden tarifsiz bir acı hissediyordum. Titreyen dudaklarımı birbirinden ayırıp " O halde okula gitseydim çok mu değişecekti durum! Benim beraber olduğum insanlar seni ilgilendirmez, senin beraber olduğun kadınların Beni ilgilendirmediği gibi" sözlerim gözlerine ateş salmıştı. Canımı yakacak gibi bakıyordu. Sözlerime devam etmek istedim. Artık tahammül edemiyordum. "Beni öldüren bunca şeyin içinde senin dikkatini çeken tek şey sigara içmem mi? Bir annem yok geri getirmek için uğraşmadın bir yanımı hep boş bıraktın.Ama ben sana yinede teşekkür ederim bir duyguyu bana hissettirmeyi başardın. Şimdi biliyorum beni sevmediğini iliklerimde hissedebiliyorum." bir yandan göz yaşlarımı koluma silip öbür yandan içimi çekiyordum. Odama inmem lazımdı. Komidinin başındaki astım ilacımı içmem lazımdı yoksa şuracıkda acizce krize girecektim. Belkide taş kalbine yenik düşüp bakmayacaktı bile... Koşar adımlarla mutfaktan çıktım arkamdan hala bağırdığını duyabiliyordum fazla aldırış etmeden merdivenlerden aşağı indim. Dışardaki nefesi ciğerlerimin en dip noktalarına kadar çekmeye başladım. Gözüm kararıyordu. Merdivenin parmaklıklarına tutunup biraz duraksadım. Ve sonra... Hatırlamıyordum.

...

Gözlerimi birbirinden ayırdım. Tavanla bütünleşen bembeyaz ışık beni bir kaç dakikalıkda olsa öldümü zannettirdi. Sakin davranarak kafamı sağa çevirdim. Sağ Elimi sıkıca tutmuş alnını elime yaslamış ağlayan Mert'e baktım. Sürekli olan bir şeyi neden bu kadar üstelemişti... Sol elimi uzatıp saçlarını okşadım kafasını kaldırıp sulu gözleriyle bana baktı. Duraksadım. "Noldu? Birisine bir şey olmadı değil mi?" dedim çatallaşmış cart sesimle kafasını hayır der gibi iki yana sallayıp "Dolunay,  benim sizden başka kimsem kalmadı sende gideceksin diye çok korktum" dedi. O sert yapısının altında küçük bir çocuk vardı. Bir şeyler söylememi beklemeden boynuma doladı kollarını ses tonumu düzeltip "Diğerleri nerede?" dedim. Kollarını boynumdan ayırıp "Şey ben Nazlı için burdaydım. Haber verdim gelirler birazdan" dedi küçük bir tebessümle "Seni genc aşık" diyip omzuna vurdum hafifce. Mert bir anda kahkahalara boğulup " Nazlı bana herşeyi unutturuyor. O çok ayrı birşey" dedi. Cemre'nin odaya paldır küldür girdi. Ağladığı gözlerinin çevresinin kızarmasından belliydi.  Yanıma yaklasıp "Yine kendine dikkat etmeden ne haltlar yiyorsun acaba" dedi sorgular tavrıyla. "Atlas gelmedi mi?" dedim gözlerim onu ararken. Cemre gözlerini devirip "Yolda öldü öldü dirildi. Çocuk doğursa bu kadar olmazdı" dedi içimi ısıtan gülüşüyle sonra birden durdu. Sözlerine devam etti " Dışarıda Kenan Amca ile konuşuyor" dedi. Bir anlık boşlukla "Ne!" diye bağırdım olayın şok etkisiyle... O sırada odaya Atlas girdi. " Sözlümle beni rahat bırakabilir misiniz!"

...

"Babamla ne konuştunuz" dedim. Odada kimse yoktu. Bir yatağa iki kişi kıvrılmış ben onun sol gögsüne kafamı koymuş soru yağmuruna tutarken oda saçlarımı okşuyordu.  "Bu akşam burdayız. Yarın sabah hastaneden çıktığımızda annemle tanışmaya gideceğiz. Akşam Umut abi sahneye çağırdı. Çarşamba günü de istemeye geleceğiz"  dedi düz ses tonuyla. Yüzümü yüzüne döndüm. Koca Kollarını sıkıca doladı bedenime,  burnuma bir öpücük kondurup "Uyuyalım kır papatyası" dedi. Dudaklarıma küçük bir buse kondurdu ve gözlerimi kapattı. Saçlarıma yaklaştırdı burnunu nefesi karıştı saçlarımın kokusu... Kalbinin sesi artık kulaklarımda yankılanıyordu... Uykunun kollarına teslim ettim kendimi. Atlas'ın kollarındayken. Kahverengi bu kadar güzel olabilirdi...

İki Kelebek Bir ÖmürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin