İKİNCİ BÖLÜM: VAHŞİ KANTİN ORTAMI

1.9K 193 103
                                    

Saat on iki buçuktu, yani öğle arası, yani yemek vakti. Her zamanki gibi deli gibi acıkmıştım. Günlerden her hafta dört gözle beklediğim pazartesi, yani haftalık harçlığımın ilk günüydü. Yemeklerden ise kantinimizin gözdesi, en pahalısı, yani patsosisli günüydü. Her pazartesi kendime bu güzelliği yapıyor, sonraki günlerde de ya ikinci gözdem, canımın içi, zor günlerimin dostu simitle karnımı doyuruyor ya da evden bir şeyler getiriyordum.

Bugün kızlar benimle kantine gelmeyecekti. El evden sandviç getirmişti. Su ise rejimde olduğu için şu kepekli samanımsı şeylerden yiyecekti. Onların kantine gelmeyeceğini daha ilk derste öğrendiğimden zil çalar çalmaz son sürat kantine koştum. Kantine girdiğimde gördüğüm yine hayal kırıklığıydı.

Hay Allah'ım ya! Arkadaş, bunlar buraya nasıl bu kadar hızlı gelebiliyorlar ya? Motor mu taktırdılar, içlerinde gizli Süpermenler var da uçuyorlar mı, anlamadım gitti ya! Ne kadar hızlı koşarsam koşayım, yine sıranın önüne geçemiyorum.

Neyse ki sabrın sonu selametti ve bana saatler gibi gelen birkaç dakikanın sonunda patsosisime ve karışık meyve suyuma kavuşmuştum. Ama işin zor kısmı asıl şimdi başlıyordu. Altı saattir ders dinlemekten beyinleri şişmiş ve mideleri boşalmış olan vahşi ergenlerin suya atılan et parçasına üşüşen piranalar misali kantin tezgâhının önünde oluşturmuş olduğu kalabalıktan sağ salim kurtulmak büyük yetenek isterdi.

Ama yıllardır vurula vurula vurmayı öğrenmiş olan ben, bu vahşi doğada hayatta kalmanın yollarını çok iyi biliyordum. Vuslata ermiş olmanın verdiği güçle ve çeşitli manevralarla, büyük bir ustalık sergileyerek pirana sürüsünün arasından yara almadan sıyrılmayı başardım.

Tam kalabalıktan kurtulup o muhteşem patsosisi, bayram yapsın diye midemle buluşturmak için ağzımı açmıştım ki aç öküz piranasının biri koşarak sıraya girmeye çalışırken bana çarptı. Bu öküz piranası o kadar öküzdü ki çarpmanın etkisiyle ben bir yana savruldum, patsosisimle içeceğim bir yana.

Olayın şokuyla ve karnımın açlığıyla bir süre yerde kanlar içinde yatmakta olan yemeğime baktım acı acı. Sonra duyduğum sesle kendime geldim. Bana çarpan öküz ve arkadaşı, özür dileyecekleri yerde kahkahalarla gülüyorlardı.

Tahmin edin bu piranalar kimlerdi! Evet, bildiniz! İlkel öküz kabilesi! Onlara öldürücü bakışlarımdan fırlatıp "Geri zekâlılar!" diye kükredim. Toparlanıp kalkmaya çalışırken, nereden çıktığını anlamadığım yalı kazığı kılıklı olan elini uzattı bana. Bir yandan da arkasına dönüp gülen öküzlere bir şeyler söyledi. Söylediği şeyler çok etkili (!) olacak ki, öküzler birden dut yemiş bülbüle dönüverdi. Sonra bana döndü ve:

"Kusura bakma. Arkadaşlar biraz ayarsız da!" dedi.

Yüzüne şöyle bir nefretle baktım ve:

"İstemez," dedim elini iterek, "ben kendim kalkarım."

Yalı Kazığı'nın bozulduğunu yüzünden anlayabiliyordum. Üstümü başımı toparlayıp kalktım. Yerde kanlar içinde yatan mevtayı alıp hüzün dolu bir seremoni ve müsebbiplere lanetle çöp kutusuna uğurladım. Kantinden çıkarken Yalı Kazığı'nın diğerlerini yumrukladığını görebiliyordum. Geri zekâlı embesiller!

Açlığın ve az önce yaşamış olduğum talihsizliğin vermiş olduğu yetkiyle sinirli sinirli bahçede dolaşıp kızları ararken bankta oturmuş bisküvimsi kemirmekte olan Su'yu gördüm. Hızla yanına oturdum kıpkırmızı suratımla. Halimi görünce bir şeyler olduğunu anlayan Su sordu:

"Tatlım ne oldu? Ne bu halin?"

"Yok bir şey ya!"

"Ya bir şey olmuş işte! Anlatsana çatlatmadan insanı!"

GÜZ SAÇLI KIZ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin