18 - Savior

3.3K 192 395
                                    

Bölüm Şarkısı: Radiohead - Creep

Savior*
İngilizce'de kurtarıcı anlamına geliyor.

Çoook gecikti bölüm biliyorum. Özürlerimi sunarak iyi okumalar diliyorum.

☯️☯️☯️

Avuçlarıma konan kar taneleri gittikçe birikiyor, avuçlarımın bembeyaz bir tabakayla kaplanmasını sağlıyordu. Fakat kar, çıplak tenimi soğuğuyla yakıyor ve aynı zamanda donduruyordu. Hissedemediğim eklemlerimi zorlukla sıkıp sızlamalarına izin veriyordum.

Çünkü hissetmek zorundaydım. Hissiz olamazdım. Olmamalıydım.

Acısa da, üşüse de beni insan kılan, yaşadığımı hatırlatan bu hissin ellerimden kayıp gitmesine izin veremezdim.

Bu biriken kar, anılarımdı. Sızı ise anılarımdan çıkardığım tüm dersler, bugün olduğum kişinin yapıtaşıydı. Hissedemezsem ben olamazdım, acılar çekerek edindiğim benliğimi unuturdum. Bu yüzden acısa da parmaklarımı hareket ettirdim. Yaşamaya devam ettim.

Bu kar durduğunda ben de toprağa karışacaktım. Tüm herkesin mutlak sonda minerallerine ayrılacağı gibi.

Toprak, hepimize kollarını açacaktı. Biz de onun kollarına doğru sürüklenecek, teslim olacaktık. Elimizde biriken karlar etrafa saçılırken parmaklarımız hareket edemeyecekti. Avuçlarımızla karlar için oluşturduğumuz küçük havuzlar bozulacak, biriken kar uçuşacaktı.

Ama şimdi, yaşıyordum. Yaşıyorduk. Henüz zamanı değildi dinlenmenin. Henüz vakti gelmemişti toprak ile bütünleşmenin.

Ellerimi nemli toprağın üzerine bastırdım. Dizlerim üzerine düşmüştüm. Kafamı eğip kahverengi tabakaya bakmama gerek kalmadan kokuyu alabiliyordum. Islak toprak kokusu. Parmaklarımı içe doğru kıvırmamla toprak avuçlarımdaydı. Serindi, yumuşaktı, anaçtı.

Gözlerimi kapatıp derin, titrek bir nefes aldım. Arkamdaki hareketlenme ile kendime gelmem gerektiğini biliyordum. Ama yapamadım. Çenemin titreyişi ve zavallı dişlerimin birbirine çarpışı bile bulanık zihnimin bir ışık bulmasına yardım etmiyordu. Tıpkı son bir haftadır olduğu gibi.

"Hadi ama, devam etmeliyiz." Elindeki raketi sallayarak önüme eğilen Zoe'ye baktım. Ellerimden firar edip birkaç santim öteye düşmüş raketi kavramak için ellerimi topraktan çektim. Nemi hala eklemlerim üzerindeydi.

Badminton topuna vurayım derken belki onuncu kez yere yapışmıştım. Zoe durmadan yakınıyor, oteldeki son günlerimizin de acemice badminton oynarak geçmesini istiyordu. Çünkü yatmak dışında hiçbir aktiviteyi kabul etmemiştim. Sebebini sorduğu her an boğazımdaki yumru geçsin diye yutkunmuş, dışarı çıkmak için gırtlağıma sarılan cümleleri geri itmiştim.

En sonunda da otel yakınlarındaki parkta beceremediğim bir oyunu oynamayı kabul etmek zorunda kalmıştım. Yarın Londra'ya dönecektik. Havaalanından bizi Chris alacaktı. Eve gidecektik. Ev adı altındaki kapana.

Bana doğru gönderdiği bir tarafından tüylü plastik parçalar fırlayan ilginç topa elimdeki sapı uzun raketle vurduğumda çapraz bir yol izleyerek Zoe'nin birkaç metre soluna fırlamıştı. Bıkkınla iç geçiren Zoe topuklarını yere vura vura topa ilerlemeye başlamıştı.

Mutsuzca nefesimi dışarı verdim ve raketin sapını daha sıkı sardım. "Olmuyor işte. Otele dönelim. Çok yoruldum." Beklediğimden daha bitkin çıkan sesime aslında şaşırmamalıydım. Malum geceden sonra tüm hayat enerjim çekilmiş gibiydi. Aniden modumun değişmesine bir anlam veremeyen Zoe hala sinir krizleri geçiriyordu. Çünkü sorduğu sorulara cevap bile veremiyordum.

Knee Socks | Daddy Issues Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin