4.Bölüm

6.7K 441 6
                                    



Keyifli okumalar,

"Yeryüzünde en kutsal şey topraktır" derdi, Tahsin babam beni büyütürken. Çünkü ne ekersen onu biçerdin her daim hayattan.
Adı üstünde toprak anaydı o.
İlgisizliğine, kurak verimsiz, ama çokça karın doyuran bereketini hep ayaklar altına serendi,  genelde kıymeti kaybedilince anlaşılandı.

Kaybedince kıymetini anladığım çok şey vardı, toprakla ruhum yerle yeksan olunca öğrenmiştim.
.......

Yemekten sonra ne Kenan soru sorabilmişti nede Zehra ablası konuşabilmişti, salonun ortasında birbirini anlayan iki yürek, uzun bir zamandan sonra yine aynı sessizlikte bütünleşip, omuz omuzalardı.
Zamanında atılan şefkat ve sevgi tohumları gereken ilgiyle şimdi iki yol arkadaşının yüreğinde koça çınarlara dönüşmüştü.

- Hadi bakalım Zehra sultan beni odama götürmeyecek misin? Hatta belki bana tekrar "fareli köyün kavalcısını" bile yeniden okuyabilirsin ne dersin. Bence gayet güzel bir fikir.

Zehra ablamın önce hafiften başlayan gülümsemesi, gittikçe şiddetlenmeye başlayınca, bende de gülme isteği yarattı, ama hala neden bu kadar derinden kahkahalara boğulduğunu anlayamadım, umarım sakinleşince kendi anlatmaya başlardı.

Kenan onu bu kadar güldüren eden anıyı merak etti, böyle komik olan şey her neyse, bu kahkahasına eşlik etmeye değerdi. Gülümsemek bulaşığıydı, İkimizde gülmenin verdiği rahatlıkla, sakinleşince. Zehra ablam yavaşça ayağa kalkarak, benimde kalkmamı sağladı.
Küçük minyon, narin bedenini bana dönüp koluma girerek beni üst katın merdivenlerine yönlendirmeye çalışıyordu, gülmekten cümle kuramadığı için hareketleriyle ifade etmeye başlamıştı, umarım konuşmayada geçerdi.

- Ablacım ya artık söylermisin neye bu kadar çok güldüğünü. Hayır yani ne söylemiş olabilirimki bu kadar, alt tarafı bir masaldan bahsettim.
-Ay dur tamam anlatıyorum.
Hala sakinleşmek için derin derin nefesler almaya çalışıyordu.
- Hatırlıyormusun bilmiyorum ama, bu hikayeyi sana ilk anlattığımda sen yedi yaşındaydın, hikayeyi o kadar çok sevmiştin ki, sabah kalktığında salonun ortasında hoplaya zıplaya koştururken, "ben büyüyünce fareli köyün kavalcısı olacağım" diye ortalığı inletmiştin.
- Ah ah ne kadar güzel günlerdi değil mi?. Zaman gözünü bile kırpmadan çok çabuk geçti be oğlu.

Kenan kolunda Zehra ablasıyla merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladığında hatırlamıştı, o ele avuça sığmaz çocukluğunu. Bu güzel insanlar sayesinde sayısız güzel anılara sahipti. Sadece bu yüzden bile kolundaki bu kadın başının tacıydı, yer yüzündeki bütün annelerin toplamıydı onun için.

Evet yedi yaşında fareli köyün kavalcısı olmaya karar vermişti, ama hikayeden tek farkı o bütün fareleri peşinden toplayıp bu evin bahçesine getirmek istiyordu. O günlerdeki inadı günlerce evin içinde fülüt çalışları, evdeki herkesi bezdirmişti artık, en çokta Hakan abisini.

- Sen artık masal yaşını çoktan geçtin sıpa, daha az önce sofrada "ben artık otuziki yaşındayım" diye diklenirken güzeldi.

Bunu söylerken de Kenan'ın taklidini yapmaktan kendini alı koyamamıştı.

Kenan odasının kapısına gelip durduklarında, iki ellerini ablasının omuzlarına koyduğunda içindeki güzel duyguların tek sahibi sadece bu kadındı artık, bunu bir kez daha anlamıştı. İçinden geldiği gibi sımsıkı sarılma isteğine karşı koymadı. Kollarında neredeyse kaybolacak olan kadına sarılmak tarifi çok zor duygulardı Kenan için.
Zaten en değerli duygular sadece kelimelerle anlatıldığında hep eksik kalırdı.
Dokunmak, sarılmak hep daha kalpten gelen duyguların kılavuzuydu. Duyabileceği bir yavaşlıkla konuşmaya başladı Kenan.

- Kabul masal dinleyecek yaşı çoktan geçtim, ama bu sıcacık anne kucağı için asla yeterince büyümüş olmayacağım. Hayatımda olduğun için ne kadar şükretsem az ablam. Her zaman başımın tacı, hayatımın baş köşesinde olacaksın. Teşekkürler.

Ablasının titreyen küçük omuzlarından ağlamaya başladığını anlamıştı.
- seni evladımdan ayırmadım. Belki kan bağımız yoktu ama sen kanımsın canımsın, kendi öz evladım bile...

Daha kelimesini tamamlayamadan Kenan onu susturmuştu.
- Lütfen ablam bunları düşünme artık.

Alnına şefkatli bir öpücük bırakıp, kan bağı olmayan, can bağıyla bağlandığı kadına sımsıkı sarılmaya devam etti.

- Hadi sil bu gözyaşlarını artık, hani bugün bizim bayramımız olacaktı.

Zehra ablası mahçup bir şekilde kollarından ayrılırken, başını kaldırıp gözleri dolu dolu yüzündeki içten tebessümle karşılık verdi.

- Elbette bugün bizim bayramımız, tekrar hoş geldin evine. Odana hiç dokunmadım, her şey bıraktığın gibi aynı, sadece temizlemek ve havalandırmak için girerdim. Ama belkide bir kaç defada yatağında uyuya kalmış olabilirim. Hem kara kuzum zaten bunu sorun etmez, öyle değil mi?
- Tabiki etmem. İyi geceler abla sabah görüşürüz.
- Sanada iyi geceler oğlum, Allah rahatlık versin.

Zehra ablası arkasını dönüp giderken Kenan'da odasından içeri girip kapısını kapatmıştı artık. Tekrar o derin nefes alma ihtiyacı içindeydi. Havalanması için açıla pencerenin yanında duran tekli koltuğa bedenini bir külçe gibi indirdi. Başını arkaya yaslayıp gözlerini kapattı.
Bugünden sonra yüzleşeceği şeyler çok zor olacaktı. Ama önce hayatlarını kararttığı ailenin yanına gidecekti.
Kapılarına yüz sürmeye, belkide en büyük iyiliği kendisine yapıp öldürürlerdi onu.

Sonra olurda sağ çıkarsa bu savaştan, sıra kendi hayatını karartanlara gelecekti...

.......

🍀🍀🍀🍀🍀🍀

YIKIM  ( TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin