Birkaç dakika sonra şairimiz kendini, sivri tonozlu, her tarafı kapalı, sıcacık küçük bir odada güzel bir kızla baş başa buldu; odanın dip tarafında güzel bir yatak, hemen yakında duvara asılı bir tel dolaptan alınıp eklenebilecek bir iki şey dışında bir eksiği yokmuş gibi görünen bir masa bulunmaktaydı. Başına gelenlerde mutlaka büyülü bir yan vardı. Bir peri masalı kişisi olduğuna neredeyse ciddi ciddi inanmaya başlıyordu. Kendisini bu kadar kısa sürede cehennemden cennete taşıyabilecek tek şeyin, kanatlı iki Khimaira'nınkoşulu olduğu ateş arabasının hâlâ orada olup olmadığını anlamak ister gibi, zaman zaman etrafında göz gezdiriyordu. Bazen de, gerçekliğe sımsıkı sarılmak ve zeminin ayaklarının altından tamamen kaymasını önlemek amacıyla, gözlerini inatla mintanının deliklerine dikiyordu. Hayalî mekânlar arasında gidip gelen aklı, artık sadece bu pamuk ipliğine bağlıydı.
Genç kız ona hiç aldırış etmez görünüyordu; odada geziniyor, bir taburenin yerini değiştiriyor, keçisiyle konuşuyor, ara sıra o kendine özgü sevimli dudak büküşüyle hafifçe somurtuyordu. Nihayet gelip masanın yanına oturdu ve Gringoire, onu rahat rahat inceleme imkânı buldu.
Siz de çocuk oldunuz, sayın okur ve belki hâlâ çocuk kalacak kadar talihlisiniz de... Birçok kez, güneşli bir günde, gürül gürül akan bir suyun kıyısında, keskin dönüşlerle uçan ve önüne çıkan bütün dalların uçlarına birer öpücük konduran yeşil veya mavi güzel bir kızböceğini, çalıdan çalıya koşturarak izlememiş olamazsınız (kendi hesabıma ben bu şekilde hayatımın en iyi kullanılmış anları saydığım uzun günler geçirmişimdir). Düşünce ve bakışlarınızın, ortasında kendi hareketinin hızı yüzünden algılanamayan bir şeklin dalgalandığı, erguvan rengi ve lacivert kanatların ıslıklı ve vızıltılı bu küçük burgacına nasıl sevgi dolu bir merakla çakılıp kaldığını hatırlıyorsunuzdur. Bu kanat titreyişleri arasında bulanık bir şekilde beliren uçucu yaratık, size ne elle ne gözle yakalanamayan hayal ürünü, düşsel bir şey gibi görünürdü. Fakat böcek nihayet bir kamışın ucuna konduğu ve siz de nefesinizi tutarak incecik tülden uzun kanatları, rengârenk uzun giysiyi, iki kristal küreciği inceleyebildiğiniz zaman, nasıl bir şaşkınlık duyar ve o şekil tekrar gölgelere karışacak, yaratık da hayal âleminde kaybolup gidecek diye nasıl korkardınız, değil mi? Şimdi bu duyguları hatırlayın; o âna dek yalnızca bir dans, şarkı ve curcuna burgacı içinden şöyle böyle seçebildiği şu Esmeralda'yı görülebilir ve dokunulabilir hali içinde seyrederken Gringoire'ın neler hissettiğini kolayca anlayacaksınız.
Hayallerine gittikçe daha çok dalan şair, "Demek," diyordu içinden, onu dalgın gözlerle izleyerek, "Esmeralda" dedikleri buymuş! Semavi bir yaratık! Bir sokak dansçısı! Bu kadar yüce ve bu kadar sıradan! Bu sabah benim oyunuma öldürücü darbeyi o vurmuştu, oysa bu akşam hayatımı kurtaran da o. Benim kötülük perim! Benim iyilik meleğim! Doğrusu güzel kadın, hiç diyecek yok! Ve beni böyle kabul etmesi için deli gibi seviyor olması gerek. Sahi yahu," dedi, kişilik ve felsefesinin özünü oluşturan o hakikat duygusuyla birdenbire yerinden kalkarak, "nasıl oluyor pek bilmem ama ben onun kocası oluyorum!"
Kafasında ve gözlerinde bu düşünceyle, genç kıza öylesine özgüvenli ve çapkın bir edayla yaklaştı ki, kız ürküp geriledi.
"Benden ne istiyorsunuz?" diye sordu.
"Bunu bana nasıl sorabiliyorsunuz, güzeller güzeli Esmeralda?" dedi Gringoire; bunları o derece tutkulu bir ifadeyle söylemişti ki kendi sözlerine kendi de şaştı.
"Mısırlı" kızın iri gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ne demek istediğinizi anlamıyorum."
"Ne yani!" dedi Gringoire, gittikçe coşarak ve karşısındakinin alt tarafı Miracles Sarayı'na mensup hafifmeşrep bir kadın olduğunu düşünerek, "Ben sana ait değil miyim, bir tanem? Sen de bana ait değil misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Notre Dame'ın Kamburu
Romance"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine aldı ve ona Qu...