Haydutlar kiliseye saldırdığı sırada Esmeralda uykudaydı.
Çok geçmeden, kilisenin çevresinde gittikçe şiddetlenen uğultu ve kendisinden önce uyanmış olan keçinin melemeleri onu da uyandırmıştı. Yatağında doğrulup oturmuş, kulak kabartmış, etrafa bakınmış, sonra ışıklardan ve gürültüden korkuya kapılarak ne olduğunu görmek için hücreden dışarı fırlamıştı. Meydanın hali, hareketli görüntüsü, gece baskınının yarattığı kargaşa, karanlıkta hayal meyal seçilen ve bir kurbağa sürüsü gibi sıçrayıp duran bu iğrenç insan yığını, kalabalığın boğuk haykırışları, hızla akıp giden ve karanlıkta bataklıkların sisli yüzeyini yol yol delip geçen gece ışıkları gibi birbiriyle kesişen meşale alevleri, bütün bu sahne kızın üzerinde, Şabat ayini hayaletleri ile kilisenin taş canavarları arasında esrarengiz bir çarpışma oluyormuş gibi bir etki yaptı. Çocukluğundan beri kafası çingene obasının batıl inançlarıyla doldurulduğundan, ilk düşüncesi, geceye özgü garip varlıkları kötü eylemlerini gerçekleştirirken suçüstü yakaladığı oldu. O zaman dehşet içinde koşup tekrar hücresine sığındı ve kerevetinde daha az korkunç bir kâbus diledi.
Yine de zihninde korkunun ilk sisleri yavaş yavaş dağılmıştı. Gürültünün gittikçe artmasından ve bütün bunların gerçek olduğuna dair başka birtakım ipuçlarından, hayaletler değil insanlar tarafından kuşatılmış olduğunu hissetmiş, o zaman korkusu artmamakla birlikte nitelik değiştirmişti. Halkın, kendisini sığınağından çekip çıkarmak için ayaklanmış olabileceği gelmişti aklına. Bir kez daha hayatını, umutlarını, hâlâ geleceğinde yeri olduğunu düşündüğü Phœbus'ü kaybetme fikri, zayıflığından ileri gelen derin hiçlik duygusu, tüm çıkışların kapalı oluşu, hiçbir desteğinin bulunmayışı, terk edilmişlik ve yalıtılmışlığı, bu düşünceler ve benzer binlercesi daha üstüne kâbus gibi çökmüştü. Diz çöküp başını kerevetine dayamış, ellerini başının üstünde kavuşturmuş, tedirginlik ve korku ürperişleri içinde hıçkırıklarla, çingene, putperest ve pagan olmasına karşın iyi kalpli Hıristiyan Tanrı'dan inayet dilemeye ve şu anki ev sahibi Meryem Ana'ya dua etmeye koyulmuştu. Zira insan hiçbir şeye inanmasa da, hayatta öyle anlar vardır ki, daima elinin altındaki tapınağın dinine mensup olur.
Aslında dua etmekten ziyade titreyerek gözü dönmüş kalabalığın gittikçe yaklaşan soluğundan yüreği buz keserek bu kudurganca saldırıdan hiçbir şey anlamadan, neler planlandığını, ne yapıldığını, ne istendiğini bilmeden, fakat korkunç bir sonucun geleceğini hissederek bu secde halinde uzun süre kaldı.
Bu kaygı içinde çırpınırken birden yanı başında birinin yürüdüğünü işitti ve döndü. Biri elinde bir fener tutan iki adam hücresine girmişti. Hafif bir çığlık attı.
"Korkmayın," dedi tanıdık gelen bir ses, "benim."
"Kim? Siz?.." diye sordu kız.
"Pierre Gringoire."
Bu ad içini rahatlattı. Başını kaldırdı ve şairi tanıdı. Fakat yanında baştan ayağa örtülere sarınmış kapkara biri vardı ki, sessizliğiyle dikkatini çekti.
"Yaa!" dedi Gringoire sitem ediyormuş gibi, "Bakın Djali beni sizden önce tanıdı!"
Gerçekten de küçük keçi, Gringoire'ın adını söylemesini beklememiş, daha içeri girer girmez koşup sevgiyle dizlerine sürtünerek şairi sevgiye ve beyaz kıla boğmuştu, zira tüy dökme mevsimindeydi. Gringoire da onun okşayışlarına karşılık veriyordu.
"Şu yanınızdaki kim?" diye sordu çingene kızı alçak sesle.
"Endişelenmeyin," dedi Gringoire, "dostlarımdan biridir."
O zaman filozof fenerini yere koyarak, taşın üzerine oturdu ve Djali'yi kollarına alarak, coşkuyla ve yüksek sesle söylenmeye başladı: "Ohh! Bu pek zarif bir hayvan yahu, büyüklüğünden ziyade temizliğiyle övgüye layık; ama zeki, cingöz ve bir gramerci gibi bilgili! Hadi bakayım Djali'ciğim, o güzel numaralarını unuttun mu yoksa? Üstat Jacques Charmolue nasıl yapıyor?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Notre Dame'ın Kamburu
Romance"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine aldı ve ona Qu...