Hayranlık uyandıran bu Notre-Dame de Paris Kilisesi'ni okur için bir onarımdan geçirmeye çalıştık. On beşinci yüzyılda sahip olduğu, fakat bugün eksik olan güzelliklerin çoğunu bir özet halinde belirttik; ancak işin esasını atladık: kulelerinin tepesinden seyredilebilen Paris manzarası...
Gerçekten de, çan kulelerinin kalın duvarını diklemesine oyan karanlık döner merdivende uzun süre el yordamıyla ilerledikten sonra nihayet kendinizi o ışıklı ve havadar yüksek platformlardan birinin üzerinde buluverince dört bir yandan gözlerinizin önüne serilen manzara güzel bir tablo oluştururdu: hâlâ tek tük kalmış olan gotik şehirlerden birini, örneğin Bavyera'da Nürnberg, İspanya'da Vitoria'yı, hatta iyi korunmuş olmak şartıyla Bretagne'da Vitré veya Prusya'da Nordhausen gibi daha küçük örnekleri görme mutluluğuna erişmiş okurlarımızın kolayca tasavvur edebilecekleri sui generis bir manzara.
Üç yüz elli yıl önceki Paris, on beşinci yüzyılın Paris'i, daha o zamandan devasa bir şehirdi. Biz Parisliler, o zamandan beri kazandığımızı sandığımız alan hakkında genellikle yanılırız. Paris, XI. Louis devrinden beri üçte birlik bir orandan daha fazla büyümüş değildir. Büyüklük olarak kazandığından çok daha fazlasını güzellik olarak kaybettiği ise bir gerçektir.
Bilindiği gibi Paris, şeklen bir beşiği andıran şu eski Cité Adası'nda doğmuştur. İlk çevre duvarı bu adanın çakıllı kıyıları, ilk su hendeği de Seine Nehri oldu. Paris birkaç yüzyıl boyunca biri kuzeyde öbürü güneyde iki köprüsüyle, ada halinde kaldı; iki köprübaşı, sağ kıyıda Grand-Châtelet, sol kıyıda Petit-Châtelet, şehrin hem kapıları hem de kaleleri idi. Sonra, daha ilk sülale krallarından itibaren, adasında sıkışan, adeta yatağında dönemez olan Paris, suyu geçti. O zaman, Grand-Châtelet ve Petit-Châtelet'nin ötesinde, ilk çevre duvarı, beden ve kuleleriyle, Seine'in iki yakasındaki kırları, içine almaya başladı. Bu eski surlardan geçen yüzyılda hâlâ birkaç kalıntı mevcuttu; bugünse bunların ancak anısı ve şurada burada birkaç gelenek kalmıştır, Porte Baudets veya Baudoyer, Porta Bagauda gibi. Durmadan şehrin göbeğinden akın halinde dışarı doğru itilen meskenler bu duvarlardan taşar, onları oyar, yıpratır ve giderek yok eder. Philippe-Auguste yeni bir set inşa eder, Paris'i kalın, yüksek ve sağlam kulelerle çembere alıp hapseder. Yüz yılı aşkın bir süre, evler bu havuzun içinde, bir göletteki su gibi, sıkıştıkça sıkışır, üst üste yığılır ve seviyelerini yükseltir. Derinleşmeye başlar, kat üstüne kat koyar, birbirinin üstüne çıkar, basınç altındaki her hayat suyu gibi yukarı doğru fışkırır; adeta biraz hava alabilmek üzere başlarını komşularının üzerinden uzatmak için yarış ederler. Sokak gittikçe derinleşir ve daralır; tüm meydanlar dolar ve yok olur. Nihayet evler, Philippe-Auguste duvarının da üstünden atlar ve mektep kaçakları gibi neşe içinde, düzensiz ve darmadağın, ovaya yayılır. Oraya yerleşir, kırda kendilerine bağlar bahçeler açar, keyiflerine bakarlar. Daha 1367'de şehir sur dışına o denli yayılır ki, özellikle sağ kıyıda yeni bir sur gerekir. Bunu V. Charles inşa eder. Fakat Paris gibi bir şehir her daim dolup taşma halindedir. Zaten ancak böyle şehirler başkent olabilir. Bunlar bir ülkenin tüm coğrafi, siyasal, ahlaki ve entellektüel yamaçlarının, bir halkın bütün doğal eğilimlerinin varış noktası, dev huniler gibidir; adeta medeniyet kuyuları; ama tabii lağım çukurları da; buralara ticaret, sanayi, zekâ, halk, bir millette özsu olan, hayat olan, ruh olan her şey, durmadan süzgeçten geçer, damla damla, yüzyıl yüzyıl birikir. Dolayısıyla, V. Charles'ın çevre duvarı da Philippe-Auguste'ünkinin akıbetine uğrar. On beşinci yüzyılın sonundan itibaren o da aşılmış, üstünden geçilmiştir, "dış mahalle" daha uzağa koşmaktadır. On altıncı yüzyılda ise dışarıda o derece kalabalık yeni bir şehir oluşmuştur ki asıl şehir, adeta gözle görülür biçimde geriler, eski alanına gittikçe daha çok gömülür gibidir. Böylece, daha on beşinci yüzyıldan itibaren Paris, bir bakıma Kâfir Iulianus zamanından beri Grand-Châtelet ve Petit-Châtelet'de sanki çekirdek halinde mevcut olan çevre duvarlarının oluşturduğu üç eşmerkezli çemberi eskitmiş bulunur. Büyük ve güçlü şehir, büyüyen ve önceki yıla ait giysilerinin dikişlerini attıran bir çocuk gibi, art arda dört çevre duvarını çatlatmış, yıkmıştır. XI. Louis devrinde, bu ev denizinin içinden, bir taşkında suyun erişemediği tepelerin dorukları gibi, yeni Paris'in altında boğulan eski Paris'in takımadaları gibi, yer yer eski surlardan kalma birkaç harap kule grubunun yükseldiği görülüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Notre Dame'ın Kamburu
Romance"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine aldı ve ona Qu...