Aynı mart ayında güzel bir sabah, sanırım 29 Mart Cumartesi, yani Aziz Eustache Günü'nde, genç öğrenci dostumuz Jehan Frollo du Moulin giyinirken kesesinin bulunduğu çakşırının ceplerinden hiçbir madenî ses gelmediğini fark etti. "Vah zavallı kese!" dedi cebinden çıkararak, "Ne bu halin? Tek kuruşun bile yok! Kumar, bardaklarca bira ve Venüs, senin hakkından gelmiş! İyiden iyiye boşalmış, buruşmuş, pörsümüşsün! Bir kocakarının memelerine benziyorsun! Şuracıkta yerlere saçılmış kitaplarını gördüğüm Sayın Cicero ve Sayın Seneca, söyler misiniz bana, bir taçlı altın ekünün kaç Paris akçesine ya da bir hilalli ekünün kaç Tours akçesine tekabül ettiğini bir darphane muhtesibinden ya da Change Köprüsü'ndeki bir Yahudi'den daha iyi bilmem neye yarar, ortaya sürecek tek bir kuruşum bile olmadıktan sonra?.. Ahh! Konsül Cicero! Bu öyle istiarelerle, quemadmodum'lar ve verum enim vero'larla içinden çıkılacak bir felaket değil!"
Kös kös giyindi. Potinlerini bağlarken aklına bir fikir geldi, fakat önce bunu reddetti, ancak aynı düşünce tekrar aklına takıldı, yeleğini ters giydi, şiddetli bir içsel çatışma alametiydi bu. Nihayet şapkasını hiddetle yere çalarak haykırdı: "Ne yapalım, ne olacaksa olacak artık! Ağabeyime gideceğim. Belki bir vaaz dinlemek zorunda kalırım ama bir ekü de koparırım."
Alelacele kürklü hırkasını sırtına geçirdi, şapkasını aldı ve umutsuzluk içinde evden çıktı.
La Harpe Sokağı'ndan Cité'ye doğru indi. La Huchette Sokağı'nın önünden geçerken şişlerde dönmekte olan etlerin mis gibi kokusu burnuna doldu; vaktiyle bir gün Rahip Calatagirone'nin şu dokunaklı haykırışına vesile olan iriyarı kebapçıya sevgi dolu gözlerle baktı: "Veramente, queste rotisserie sono cosa stupenda!" Fakat Jehan'ın yemek yiyecek parası yoktu, derin bir iç çekişle Cité'nin girişini koruyan, kocaman kulelerin devasa bir çifte yonca oluşturduğu Petit-Châtelet'nin kemerli kapısından içeri daldı.
Hatta geçerken âdet olduğu üzere, vaktiyle VI. Charles'ın Parisi'ni İngilizlere teslim etmiş olan Périnet Leclerc'in sefil heykeline bir taş bile atmadı; adamın sureti, La Harpe ve Buci sokaklarının köşesinde, ebediyen teşhir direğindeymiş gibi, üç yüzyıl boyunca atılan taşlarla ufalanarak ve çamurlara bulanarak cezasını çekmekteydi.
Petit-Pont'u geçip Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı' nı geride bırakınca Jehan de Molendino, kendini Notre-Dame'ın önünde buldu. Bunun üzerine kararsızlığı nüksetti ve bir süre, tedirginlik içinde kendi kendine, "Vaaz garanti ama ekü kuşkulu!" diye tekrarlayarak, Mösyö Legris'nin heykelinin çevresinde gezindi.
Manastırdan çıkan bir görevliyi durdurdu: "Sayın Josas Başdiyakozu nerede?"
"Sanırım kuledeki gizli hücresinde," dedi adam, "ama onu orada rahatsız etmenizi hiç tavsiye etmem, tabii papa ya da efendimiz Kral tarafından geliyorsanız o başka."
Jehan ellerini çırptı: "Vay canına! İşte ünlü büyücülük hücresini görmek için harika bir fırsat!"
Bu düşünceyle azimli ve kararlı bir tavırla küçük kara kapıdan geçti ve kulenin üst katlarına çıkan Saint-Gilles sarmal merdivenini tırmanmaya başladı. "Göreceğiz bakalım!" diyordu çıkarken. "Canına yandığımının! Saygıdeğer ağabeyimin utanılacak bir şeymiş gibi sakladığı bu hücre çok ilginç olmalı! Dediklerine göre orada cehennem ateşleri yakıp o harlı ateşte felsefe taşını pişiriyormuş. Tanrı'nın işine bak! Ben felsefe taşına çakıl kadar bile metelik vermem! Ocakta dünyanın en büyük felsefe taşı yerine domuz yağıyla pişirilmiş paskalya yumurtasından bir omlet bulmayı açık ara tercih ederim!"
İnce sütunlu galeriye varınca bir süre durup soluklandı ve tırmanmakla bitmeyen merdivene bir araba dolusu küfür savurdu, sonra kuzey kulesinin bugün halka kapalı olan dar kapısından geçerek tırmanışına devam etti. Biraz sonra, çan mahfilini de geçince bir yan girintiye yerleştirilmiş küçük bir sahanlıkla kubbenin altında, sivri kemerli basık bir kapı gördü; tam karşısında, merdivenin değirmi duvarında açılmış bir mazgal deliğinden, bu kapının kocaman kilidini ve sağlam demir çerçevesini seçebiliyordu. Bugün bu kapıyı görmek isteyecek olan ziyaretçiler, onu siyah duvara beyaz harflerle kazınmış şu yazıdan tanıyacaktır: CORALIE'YE TAPIYORUM. 1829. İmza: UGÈNE. "İmza" sözcüğü de metne dahil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Notre Dame'ın Kamburu
Romance"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine aldı ve ona Qu...