BEŞİNCİ KİTAP | II: Bu onu öldürecek

194 8 1
                                    

Kadın okurlarımız, burada bir an durup Başdiyakoz'un şu muammalı sözlerinin altında yatan fikrin ne olduğunu araştırmamızı herhalde hoşgöreceklerdir: Bu onu öldürecek. Kitap yapıyı öldürecek.

Bize kalırsa bu düşüncenin iki çehresi vardı. Önce, bu bir rahip düşüncesiydi. Yeni bir unsurun, yani matbaanın ortaya çıkmasına karşı rahip topluluğunun duyduğu korkuydu. Tapınak insanının, Gutenberg'in ışıklı basım tekniği karşısında kapıldığı dehşet ve göz kamaşmasıydı. Kürsü ile elyazmasının, dillendirilmiş söz ile yazılı sözün, basılı söz karşısında kaygılanmasıydı. Bir serçenin, Lejyon meleğin altı milyon kanadını açtığını görünce düştüğü şaşkınlığa benzer bir şeydi... Özgürleşmiş insanlığın patırtı ve kaynaşmasını şimdiden işiten, gelecekte aklın imanın altını oyacağını, fikrin inancı tahtından indireceğini, dünyanın Roma'yı sarsacağını gören peygamberin çığlığı... Matbaayla uçuculuk kazanmış insan düşüncesinin buhar olup teokrasi kabından uçacağını gören filozofun öngörüsü... Tunç koçbaşını inceleyip, "Kule yıkılacak," diyen askerin dehşeti... Bu, bir gücün yerini bir başka gücün alacağı, yani matbaanın Kilise'yi öldüreceği anlamına geliyordu.

Fakat ilk ve kuşkusuz en basiti olan bu düşüncenin altında, bize göre, onun doğal sonucu olan daha yeni, kavranması daha zor, reddedilmesi daha kolay bir başka düşünce, sadece rahibe değil aynı zamanda bilgin ve sanatçıya da ait olan felsefi görüş yatmaktaydı. Bu, insan düşüncesinin biçim değiştirirken ifade tarzını da değiştireceğinin, her kuşağın temel düşüncesinin bundan sonra aynı maddeyle ve aynı şekilde yazılmayacağının, pek sağlam ve kalıcı olan taştan kitabın yerini daha da sağlam ve kalıcı olan kâğıttan kitaba bırakacağının önsezisiydi. Bu açıdan, Başdiyakoz'un müphem cümlesinin ikinci bir anlamı vardı; bir sanatın bir başka sanatı tahtından indireceği, yani matbaanın, mimarlığı öldüreceği anlamına geliyordu.

Gerçekten de, her şeyin başlangıcından Hıristiyan çağının on beşinci yüzyılına (o yüzyıl dahil) gelinceye kadar mimarlık, insanlığın büyük kitabı, kâh güç kâh akıl olarak çeşitli gelişim aşamalarında, insanın belli başlı ifade tarzı olmuştur.

İlk ırkların belleği kendini aşırı yüklü hissettiğinde, insan türünün anı dağarcığı son derece yüklü ve karman çorman hale gelip çıplak ve uçucu söz, bu dağarcığın bir kısmını yolun bir yerinde yitirme tehlikesi arz ettiğinde, bu anılar en görülür, en kalıcı ve en doğal biçimde toprağa kaydedildi. Her gelenek, bir anıtın altına mühürlendi.

İlk anıtlar, Musa'nın deyişiyle demirin değmemiş olduğubasit kaya kütleleriydi. Mimarlık da herhangi bir yazı gibi başladı. Önce alfabe oldu. Bir taş dikiliyor, bu bir harf oluyordu; her harf, bir hiyeroglifti ve her hiyeroglifin üzerine, başlığın sütunun üzerine yaslandığı gibi, bir grup fikir yaslanıyordu. İlk ırklar, bütün dünya üzerinde, her yerde, her devirde, hep böyle yaptılar. Keltlerin dikilitaşına Asya'nın Sibiryası'nda, Amerika'nın pampalarında da rastlanır.

Daha sonra sözcükler yapıldı. Taşın üstüne taş kondu, bu granit heceler birleştirildi, söz bazı birleşimler denedi. Kelt dolmen ve kromlekleri, Etrüsk tümülüsleri, İbrani galgalları birer sözcüktür... Kimileri, özellikle tümülüsler, birer özel addır. Hatta bazen, elde bol taş ve geniş bir düzlük olduğu zaman, bir cümle bile yazılıyordu. Mesela Karnak'taki devasa taş yığını eksiksiz bir cümledir.

Nihayet kitaplar da yapıldı. Gelenekler, simgeler doğurmuştu ve kendileri bu simgelerin altında, ağaç gövdesinin kendi yaprakları altında kaybolması gibi kayboluyorlardı. İnsanlığın inandığı bütün bu simgeler geliştikçe gelişiyor, çoğalıyor, kesişiyor ve gittikçe karmaşıklaşıyordu; ilk anıtlara sığmıyor, her yandan taşıyorlardı. Bu anıtlar kendileri gibi ilkel ve basit olan, toprakta yatan geleneği zaten şöyle böyle ifade ediyorlardı. Simgenin yapıda serpilip gelişmeye ihtiyacı vardı. O zaman, insan düşüncesiyle birlikte mimarlık gelişti; bin başlı ve bin kollu bir dev oldu ve bütün bu havada kalan simgeselliği görülür, tutulur, ebedî bir formun içinde sabitleştirdi. Kuvvet olan Daidalos ölçer, zekâ olan Orpheus şarkı söylerken bir harf olan sütun, bir hece olan kemer, bir sözcük olan piramit, hem bir geometri hem de bir şiir yasasıyla harekete geçerek kümeleşiyor, birleşiyor, karışıyor, iniyor, çıkıyor, yerde uç uca ekleniyor, gökte kat kat yükseliyordu, ta ki bir devrin genel düşüncesinin dayatması altında, aynı zamanda harika yapılar da olan o harika kitapları meydana getirinceye kadar: Eklinga pagodası, Mısır'ın Ramesseum'u, Süleyman'ın tapınağı gibi...

Notre Dame'ın KamburuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin