ALTINCI KİTAP | III: Bir mayalı mısır çöreğinin hikâyesi

155 6 0
                                    

Bu hikâyenin geçtiği devirde Roland Kulesi'ndeki hücrede biri vardı. Okur, kim olduğunu öğrenmek isterse biz dikkatini Fare Deliği'ne yönelttiğimiz sırada, Châtelet'den Grève'e doğru nehir boyunca çıkarak aynı yere gitmekte olan çenesi düşük üç kadının konuşmalarına kulak vermesi yetecektir.

Bu kadınlardan ikisi, hali vakti yerinde Parisli burjuva hanımların kılığındaydı. İnce beyaz göğüslükleri, kırmızı mavi çizgili yünlü kumaştan eteklikleri, bacaklarını sımsıkı kavrayan kenarları renkli ipliklerle işlenmiş beyaz örgü çorapları, pas rengi deriden siyah tabanlı köşeli kunduraları ve özellikle başlarındaki, Champagne'lı kadınların Rus çarlık muhafızlarıyla rekabet eder gibi hâlâ taktığı, kurdeleler ve dantellerle dolu, allı pullu, boynuza benzer hotozları, bu kişilerin, uşakların bir kadın dedikleriyle bir hanımdediklerinin arasında orta yerde duran o zengin tüccar sınıfına mensup olduklarını gösteriyordu. Ne parmaklarında yüzük ne de boyunlarında altın haç vardı; bunun yoksulluktan değil safça bir para cezası korkusundan ileri geldiği de kolayca görülüyordu. Yanlarındaki diğer kadın da aşağı yukarı aynı şekilde giyinmişti, fakat kılığında ve edasında bir taşra noteri eşi izlenimi veren bir hava vardı. Kemerinin kalçalarının üstünde duruş biçimine bakılınca, Paris'te çoktan beri yaşamadığı anlaşılıyordu. Buna bir de kırmalı bir göğüslüğü, kunduranın üstünde fiyonk yapılmış kurdeleleri, eteklik çizgilerinin boyuna değil enine oluşunu ve zevki-selimin tahammül edemediği bir sürü aykırılığı ilave ediniz.

İlk ikisi, taşralılara Paris'i gezdiren Parisli kadınlara özgü edayla yürüyorlardı. Taşralı kadın, tombul bir çocuğun elinden tutuyor, çocuk da elinde kocaman bir çörek tutuyordu.

Mevsimin sertliği nedeniyle dilini, mendil gibi kullandığını da, ne yazık ki, ilave etmek zorundayız.

Çocuk, Vergilius'un dediği gibi non passibus æquisyürüdüğünden kendini sürükletiyor, her an tökezleyerek annesinden azar işitiyordu. Aslında bunun nedeni, gözlerinin yoldan çok çörekte olmasıydı. Herhalde onu ısırmasını engelleyen ciddi bir sebep vardı, zira sadece çöreğe tatlı tatlı bakmakla yetiniyordu. Ama çörekle annenin ilgilenmesi gerekirdi; tombalak oğlanı bir Tantalos yapmak zalimce bir davranıştı.

Bu sırada üç "hatun" (zira hanım sözcüğü o devirde soylu kadınlar için kullanılırdı) bir ağızdan konuşuyorlardı.

"Çabuk olalım, hemşire Mahiette," diyordu içlerinden en genci, aynı zamanda en şişmanı taşralı konuğa. "Geç kalacağımızdan korkuyorum. Châtelet'de bize onun hemen teşhir direğine götürüleceğini söylemişlerdi."

"Adam sen de! Ne diyorsun sen hemşire Oudarde Musnier?" dedi diğer Parisli. "Teşhir direğinde tam iki saat kalacak. Zamanımız var. Hiç teşhir gördün mü, sevgili Mahiette?"

"Evet," dedi taşralı, Reims'te.

"Hıh, sizin Reims'teki teşhir direği de neymiş! İçinde sadece köylüleri çevirdikleri kötü bir kafes. Aman ne büyük iş!"

"Sadece köylüleri ha?" dedi Mahiette, "Hem de Çuhacılar Çarşısı'nda! Reims'te! Biz orada, ana babasını öldürmüş müthiş caniler de gördük! Köylüler ha! Sen bizi ne sanıyorsun Gervaise?"

Taşralının, kendi teşhir direğinin şerefi uğruna esip gürlemek üzere olduğu belliydi. Bereket kavgadan hoşlanmayan Oudarde Musnier, zamanında müdahale edip konuşmanın yönünü değiştirdi.

"Sahi, hemşire Mahiette, şu bizim Flaman elçilere ne dersin? Reims'te bu kadar güzelini gördün mü?

"İtiraf ederim," dedi Mahiette, "böyle Flamanlar ancak Paris'te görülebilir."

Notre Dame'ın KamburuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin