ON BİRİNCİ KİTAP | II: Küçük patik devamı

129 11 0
                                    

Esmeralda bitkin düşerek duvara yaslandı ve o zaman ölüm korkusu benliğini sardı. Hayatın güzelliğini, gençliği, gökyüzünün maviliğini, doğanın görüntülerini, aşkı, Phœbus'ü, kaçan her şeyi ve yaklaşan her şeyi, kendisini ele veren Rahip'i, yolda olan celladı, hemen oracıktaki darağacını düşündü. O zaman dehşetin, iliklerine işlediğini hissetti ve münzevi kadının uğursuz kahkahasını işitti.

"Ha! Ha! Ha!" diyordu, "Asılacaksın!"

Can çekişircesine pencereye döndü ve parmaklıkların arasından çuval giyen kadının yırtıcı hayvan suratını gördü.

"Ben size ne yaptım?" diye sordu canı çekilmiş gibi.

Kadın cevap vermedi; kızgın ve alaycı, şarkı söyler gibi bir tonlamayla mırıldanmaya başladı:

"Mısırlı kız! Mısırlı kız! Mısırlı kız!"

Zavallı Esmeralda, karşısındakinin bir insan olmadığını anlayınca, başı önüne düştü, yüzü saçlarının altında kayboldu.

Münzevi kadın, çingenenin sorusu zihnine ancak bu kadar zaman sonra ulaşmış gibi, birdenbire haykırdı:

"Bana ne mi yaptın? Bunu mu soruyorsun? Ahh, bana yaptığın şey, çingene! Peki öyleyse dinle. Benim bir çocuğum vardı! Anlıyor musun? Bir çocuğum vardı! Bir çocuğum, diyorum! Küçük şirin bir kız! Ahh Agnès'im!" dedi kendini kaybetmiş bir halde ve karanlıkta bir şeyi öperek. "Ne oldu biliyor musun Mısırlı kız? Çocuğumu aldılar, çocuğumu benden çaldılar, çocuğumu yediler. Bana işte bunu yaptın."

Genç kız masaldaki kuzu gibi cevap verdi:

"Yazık! Ama o zaman belki ben doğmamıştım bile.

"Yoo, doğmuştun!" dedi münzevi kadın, "doğmuş olmalıydın. Sen de onlardandın. Yaşasaydı senin yaşında olacaktı! İşte böyle! On beş yıldır buradayım, on beş yıldır acı çekiyorum, on beş yıldır kafamı dört duvara vuruyorum. Onu benden çalanlar çingeneler, diyorum sana, anlıyor musun? Ve onu çıtır çıtır yiyenler... Kalbin var mı senin? Düşün ki bu bir çocuk; oynayan, meme emen, uyuyan bir çocuk! Bir masum! İşte onu benden çaldılar ve öldürdüler! Ulu Tanrı iyi biliyor! Bugün sıra bende, bu kez ben çingene yiyeceğim. Ahh, şu demirler olmasaydı dişlerimi sana nasıl geçirirdim biliyor musun! Başım fazla büyük, aralarından geçmiyor. Zavallı yavrucak! Uyurken! Onu alırlarken uyanmış olsa bile çığlığı boşuna olurdu, ben orada değildim ki!.. Ahh, çingene anneler, çocuğumu yediniz! Gelin kendi çocuğunuzun halini görün!"

Bunun üzerine gülmeye ya da diş gıcırdatmaya koyuldu, zira bu çılgın yüzde bu iki şey birbirine çok benziyordu. Şafak sökmeye başlıyordu. Külrengi bir yansıma bu sahneyi belli belirsiz aydınlatıyor, meydanda darağacı gittikçe görünür hale geliyordu. Zavallı mahkûm, öbür taraftan, Notre-Dame Köprüsü yönünden, süvarilerin gürültüsünün yaklaştığını duyar gibi oluyordu.

"Hanımefendi!" diye haykırdı, saçı başı dağınık, kendini kaybetmiş, korkudan çıldırmış gibi, ellerini kavuşturup iki dizinin üstüne çökerek, "Hanımefendi, acıyın bana! Geliyorlar. Ben size hiçbir şey yapmadım. Gözünüzün önünde böyle korkunç bir şekilde ölümümü görmek mi istiyorsunuz? Kalbinizde merhamet vardır, buna eminim. Böyle ölmek çok korkunç. Bırakın kaçayım. Salıverin beni! Lütfen! Böyle ölmek istemiyorum!"

"Bana çocuğumu geri ver!" dedi münzevi kadın.

"Lütfen! Lütfen!"

"Çocuğumu geri ver!"

"Bırakın beni, Tanrı aşkına!"

"Çocuğumu geri ver!"

Genç kız bir kez daha, bitkin, yıkılmış, gözleri mezardaki ölününki gibi camlaşmış vaziyette yere çöktü.

Notre Dame'ın KamburuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin