SEKİZİNCİ KİTAP | III: Lasciate ogni speranza

148 8 0
                                    

Ortaçağ'da bir yapı tamamlandığı zaman, neredeyse dışarıda olanı kadar bir kısmı da toprağın altında bulunurdu. Notre-Dame gibi kazıklar üzerine inşa edilmemişlerse bir saray, kale ya da kilisenin yer altında daima ikinci bir bölümü olurdu. Katedrallerde bu, gece gündüz ışıkla dolup taşan, org ve çan sesleriyle çınlayan üst sahının altında kör, dilsiz, basık, karanlık ve esrarlı, bir çeşit ikinci katedraldi; bazen de bir mezarlık. Saraylarda, kalelerde, burası bir zindan, bazen yine bir mezarlık, bazen de ikisi birden olurdu. Başka yerde oluşum ve gelişim tarzlarını açıkladığımız bu büyük yapıların sadece temelleri değil, üstlerinde bulunan binalardaki gibi odalar, galeriler, merdivenler şeklinde dallanıp budaklanan kökleri de vardı adeta. Böylece kiliseler, saraylar, kaleler yarıya kadar toprağın içindeydiler. Bir yapının mahzenleri, merdivenlerle çıkılacak yerde inilen, yer altındaki katları yer üstündeki katların altına denk gelen bir başka yapıydı, tıpkı dağ ve ormanların kenarındaki bir gölün durgun yüzeyinde bu dağ ve ormanların baş aşağı yansıması gibi.

Saint-Antoine Kalesi'nde, Paris Adalet Sarayı'nda, Louvre'da, bu yer altı yapıları birer zindandı. Bu zindanların katları toprağın altına indikçe gitgide daralıp karanlıklaşıyordu. Bunlar, dehşetin derece derece sıralandığı mekânlardı; Dante, "cehennem"ini anlatmak için daha iyisini bulamamıştır. Bu devasa huniyi oluşturan zindanlar genellikle en dipte, Dante'nin Şeytan'ı yerleştirdiği, toplumunsa ölüm mahkûmunu koyduğu, fıçı dibine benzer bir mahzenle son bulurdu. Zavallı bir canlı buraya gömülmeyegörsün, gün ışığına, havaya, hayata, ogni speranza'ya elveda demek zorunda kalırdı. Bu zindandan ancak darağacına ya da odun yığınına gitmek üzere çıkabilir, bazen de orada çürüyüp giderdi. İnsan adaleti buna unutmakderdi. Mahkûm, insanlarla kendisi arasında, başının üstüne bir taş ve zindancı yığınının çöktüğünü hisseder, bütün zindan, o koca kalenin tamamı, kendisine yaşayan dünyanın kapısını kapatan devasa ve karmaşık bir kilit mekanizması haline gelirdi.

Darağacına mahkûm edilen Esmeralda'yı da, herhalde üstündeki devasa Adalet Sarayı'na karşın kaçacağından korktukları için olacak, Tournelles istirahatgâhında, Saint-Louis'nin kazdırdığı zindanda bulunan böyle bir fıçı dibine koymuşlardı. Binanın en küçük taşını bile yerinden oynatamayacak zavallı sinecik!..

Şurası gerçek ki Tanrı da, toplum da adaletsiz davranmıştı ona; bu denli narin ve kırılgan bir yaratığın hakkından gelmek için bu kadar ıstırap ve işkence gerekli değildi.

Orada, karanlıkta yitip gitmiş, kefenlenmiş, gömülmüş, üstüne duvar örülmüştü. Onu güneşin altında gülüp oynarken görmüş olan biri, bu halde görebilse dehşetten titrerdi. Gece gibi soğuk, ölüm gibi soğuk, saçlarının arasından hafif bir esinti bile geçmeden, kulağına insan sesi çalınmadan, gözlerine en ufak bir gün ışığı düşmeden, zindanın duvar sızıntılarından oluşan su birikintisine atılmış bir demet samanın üstünde, bir testi ile bir ekmeğin yanına çömelmiş, zincirlerin altında ezilerek, iki büklüm, hareketsiz, neredeyse nefes almadan duruyordu; artık acı çekecek durumda bile değildi. Phœbus, güneş, öğle vakti, açık hava, alkışlanan danslar, subayla tatlı aşk cıvıldaşmaları, sonra Rahip, yaşlı kadın, hançer, kan, işkence, darağacı, bütün bunlar hâlâ, kâh neşeli ve tatlı bir düş kâh korkunç bir karabasan gibi zihninden geçiyordu; fakat bu artık, karanlıklarda yitip giden tüyler ürpertici ve puslu bir kavga ya da yukarıda yeryüzünde çalınan ve kadersiz kızın düştüğü derinliklerde duyulmayan uzak bir ezgiydi sadece.

Buraya getirildiğinden beri ne uykudaydı ne de uyanık. Bu ıstırap içinde, bu zindanda, uyanıklığı uykudan, rüyayı gerçeklikten, gündüzü geceden ayırt edemez olmuştu. Bütün bunlar zihninde birbirine karışıyor, bulanıyor, karman çorman oluyordu. Artık hissetmiyor, bilmiyor, düşünmüyor, olsa olsa hayallere dalıyordu. Hiçbir canlı yaratık bu derece hiçliğe teslim olmamıştı.

Notre Dame'ın KamburuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin