PARS GERAY
Bir yerde okumuştum,tepenize çığ düştüğünde tüm o karın altında yatarken neresinin aşağı, neresinin yukarısı olduğunu anlayamaz oluyormuşsunuz. Karı iteleyip kurtulmak istiyor ama yanlış yönü seçip kendinizi daha derine, kendi mezarınıza gömüyormuşsunuz..
İşte kendimi aynen böyle hissediyordum.
Durumum ne ara bu kadar vahim bir boyut kazanmıştı, takip etmeyi geçen ay bırakmıştım sanırım.
Hayal kırıklıkları, umutsuzluklar, yalanlar ve geri kalan her şey.
Hayattan keyif almıyorsak devam etmenin anlamı neydi?.Cevap yok..
Evet, işte buna içilirdi.Uzun, ince, içinde hayatımın anlamsızlığı kadar bulanık sıvıyı barındıran bardağa baktım.
Anason kokusu damarlarımda akan kana bile sinmişti..
Gözüm, Maun masanın üzerinde duran kırmızı ve beyaz olan pakete takıldı.
İnsanın dertlerini unutabilmesi, daha da ileri gidip düşünmeye ara vermesi mümkün müydü?Bunlarla mümkündü..
Sigara ile ciğerlerimi öldürürken nasıl oluyorduda nefes alabiliyordum?
Daha ne kadar nefes alacağımın kararını bıraktığım bunca şeye, nasıl oluyordu da bu kadar ihtiyaç duyuyordum?İronik, ha?..
Odanın loş ışığı ve sessizliğinde senelerce kalabilecekken, telefonumun titremesi ve ışığı bu hissin içine etmişti.
Telefonumu bir hışımla elime geçirip fırlattım, tıpkı masadaki diğer her şey gibi..Kendimle bu denli çelişirken kime ne olarak eşlik edebilirdim?
Anneme ve babama evlat?
Abime kardeş, kardeşime abi?
Dostlarıma yoldaş?
Birine eş?
Ben evdeki hediye süs balıklarına bile sahiplik etmeyi beceremezken..
Hayatta aidiyet duyduğum hiç kimse ve hiçbir şey yoktu.
Öğrenmemiştim benimsemeyi..
Aç gözlüydüm tüm bunlara rağmen.
Ama tembeldim de, sırf bu yüzden isteklerimi, arzularımı dahi binbir türlü bahane ile kendimden kilometrelerce uzağa fırlatırken, başkalarınınkini ne kadar umursardım acaba?
Sorumluluk duymazdım çünkü.
Her şeyim o kadar birbirine bağlıydıki tek bir şeyin bile parçalanıp yıkılması, diğerlerini de alt üst ediyordu.
Güldüm.
Gürültülü sesim artık karanlığa bürünen odada ürkünç hissettirmişti.
Şişenin dibindeyken, kapı şiddetten uzak ama kendinden emin bir şekilde çalındı.
Kayıtsız kalamayacağımı sekiz dakikadır aynı şiddetle çalınmasıyla anlamıştım.
Mecbur oturduğum siyah deri tekliden kalktım.
Kör gibiydim ama önüme çıkan hiçbir engele takılmadan ulaşmayı başarmıştım.
Metal kolu kavrayınca içim ürpermişti. Kapının arkasında kim olduğunu bilmek istemediğime karar verip, anlık bir refleksle eğilip odanın bir köşesine savurduğum sigara paketini aldım.
Çakmağı bulmak tam bir eziyet olacaktı ama kesinlikle ışığı açmayacaktım.
Dizlerimin üstüne çöküp yalvarır gibi ciğerlerime indireceğim darbeyi hazırlayacak olan aracıyı arıyordum.
Sigara paketini bulduğum yere çok da uzak olmayan bir konumdayken onu ele geçirmiştim.
Ayağa kalktıktan sonda telefonun ışığının yandığını fark etmiştim.
Kapıdaki pes etmişti sonunda ve küçük bir mesaj bırakmayı uygun bulmuştu.
Terasa çıktığım anda yüzüme çarpan rüzgarı sevmiştim. Bir histen fazlası olup, yanımda şekil bulsa, oturup onunla içerdim.
Çünkü konuşup beni yormazdı ama buna rağmen etkili olurdu.
Öfkelenirse bir Kasırga olup beni yıkabilirdi, mutlu olursa bir bahar meltemi olup beni okşardı.
Minnettâr kalırdım.
İnsan sesine tahammülüm yoktu.
Sigara dudaklarım arasında hayat bulurken şehrin ışıkları altında koşuşturan insanlara baktım.
Saat gece yarısını geçiyordu. Yani en azından içki masasına oturduğum da öyleydi.
Nereye gittiklerini, gittikleri yerde onları nelerin beklediğini merak etmiştim.
Sigara dumanının ciğerlerime giderken izlediği yolu hissedebiliyordum.
Üzerimdeki siyah polara daha çok sarıldım.
Sigarayı son bir kez derinden çektikten sonra izmariti, terasın mermerinde duran diğerlerinin yanına fırlattım.
İçeri geçerken yere fırlattığım telefonu alıp gelen mesaja bakmaya yeltenmiştim.
"Destan" ismini görmemle derin ve bıkkın bir nefes vermem eş zamanlı olmuştu.
Mesajı açmaya o dakikadan sonra gerek duymamıştım.
Bu sırada saate bakma fırsatım da olmuştu.
04.33
Kapının önünde duran, siyah iskeletin üzerinden ceketimi alıp evden olabildiğince hızlı çıktım.
Salonun ortasında dönüp durmak iyi gelmeyecekti.
O an anladım.
Beyaz mermerle kaplanmış yüksek, keskin dönümlü merdivenlerden ikişer ikişer inerken, evin anahtarını ceketimin sol cebine atmıştım.
Yüksek ama bir o kadar da dar olan altın işlemeli mat siyah apartman kapısını sol omzumla ittirip motorsikletimin olduğu kaldırıma ilerledim.
Kask takmak istememiştim o an.
Mantığım doğru olmayan eylemler gerçekleştirmeye çok müsaitti.
Kontağı çevirdiğim anda çıkan ses Kadıköy'ü uyandırmaya yetecek desibeldeydi.
Sese tahammül edemeyen sokağın sakinlerinden olan kedi, cehenneme açılan kapı olduğunu iddia edilen gözleriyle bana baktıktan sonra iki apartmanın arasında gözden kayboldu.
Rüzgârı da peşime takarak sahil kenarına kadar hız limitlerini zorlayarak geldim.
Yoldan geçerken kınayan bakışların arasında, insanların ne çabuk yargıladıklarını da iyice pekiştirmiş oldum.
Motoru, otobüs durağının biraz gerisinde kalan çıkıntıya bıraktıktan sonra sahile doğru hedefimi çizmiştim.
O sırada ona yarar şeylere sahip olmadığımı fark eden terkedilmiş, yaşlı bir Doberman kırması da peşimi bıraktı.
Botlarımın kaldırımla birleştiğinde çıkardığı ses, etrafta ki tek sesti.
Henüz seferler başlamamış, insanlar iş için sokağa dökülmemiş, Simitçiler yerlerini almamıştı.
Sadece ben vardım.
Terk edilmiş bir köpek ve ben...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MANŞİNEL
Teen FictionKarayip Yerlilerinin " Gölgesinde uyuyanın bir daha uyanmayacağına inandığı" tatlı Meyve Ağacı. Ama bir kusuru var.. Zehirli.. Dokunmanın, koklamanın, yaklaşmanın hatta ona çarpan su damlasına değmenin dahi günah sayıldığı ama etrafında olmanın büy...