*golden boy
İki ateş arasındaydım, ikisi de birbirinden yakıcı ve parlaktı. Gözüm kamaşmıştı. Pars'ın vücudundan öfke dalgaları yayılıp bana çarpıyordu sanki, yere yığılmam an meselesiydi. Daha fazla ayakta duracak gücüm yokmuş gibi geliyordu ama o an oturmayı da kendime yedirememiştim. Güçsüz görünmek acizce gelmişti.
Dönüp Ertuğrul'a bakmayı da akıl edememiştim. Odak noktam tamamen karşımda heykel gibi dikilen sert adamdı.
Pars'ın parmak boğumları beyazlamıştı bu da Ertuğrul'a öfkesinin yıkıcılığını hissettiriyordu. Ertuğrul'un yanımda ki duruşu hafiften rahatlamış gibiydi. Birisinden biri bir kelime edecek ve birbirlerine girecekler diye tedirgin olmaya başlamıştım.Ve saniyeler sonra korktuğum başıma gelmiş, Ertuğrul adımı atmıştı.
"Hayret ediyorum doğrusu. Hala utanmadan nasıl burada durabiliyorsun?"
Sinirle söylemeye özen gösterse de içinde aşırıya kaçan bir alay vardı.
Peki ya neden geldiğini niçin sormuyordu?
Tepkisini görmek için gözlerimi Pars'tan ayırmıyordum. Başını hafifçe yana eğdi, küçük bir tebessüm yerleşti dudaklarına ve gözleri alayla kısıldı. Her mimiğinden satırlarca betimlenecek malzeme çıkıyordu. Gidip yüzüne yakından bakmamak için zor duruyordum. Bir iki adım geriledim.
Pars o kadar rahattı ki bu dahi benim sinirlerimi bozuyordu. Ertuğrul'un dedikleri onu öylesine neşelendirmişti ki hafif tebessümü yerine alaylı ama tehlike akan bir sırıtışa bırakmıştı."Yine senin yapamadığın neyi yapmışım?"
Nasıl bir Egoydu bu böyle. Ertuğrul sanki bu duruma alışmış gibi yüzü anlık asılmış ama hemen kendini toparlamayı başarmıştı.
Bu sefer sırıtma sırası Ertuğrul'a geçmişti."Sorun da o zaten. Yapamadıkların milletin ağzında dolanıyor."
Beni bu denli aşağılamalarına izin vermeyecektim. Öfkeden yerimde duramayacak pozisyona gelmiştim an itibariyle.
Pars'a doğru adımlarımı atarken gittikçe daha güçlü bir hal aldığımı fark ettim.
Yeşilleri üzerimde geziniyordu ve bu istemsizce özgüvenime katkı sağlamış gibi hissediyordum. Yanına yaklaşıp tam dibinde durmaya özen gösterdim, belki de niyetim ona olabildiğince yakın olmaktı. Geniş omuzları insanı sarıyordu sanki, uzun boyu da ulaşılmaz görünmesine neden oluyordu. Ama ondan asla korkmuyordum. Kendini ürkünç gösterme arzusunu görmezden gelmek benim için çok kolaydı. Göğsü daha sık inip kalkmaya başlamıştı.Heyecanlanıyor muydu yani?
Kaşlarımı daha belirgin çatmam gülümsemesine neden olmuştu. Nedense onu sorgulama istediğim bir anda kaybolup yerini hesap sormaya bırakmıştı.
"Kendine prestij sağlama yöntemlerin çok acınası."
Anlamayarak yüzüme bakmaya başladı. Kendimi bilinçli olduğu konusunda o kadar inandırmıştım ki başka ihtimaller aklıma gelmiyordu.
Bakışlarımı yere indirdim, yüzüne bakınca kendimi ifade edemeyeceğim düşüncesi hâkim olmuştu o an istemsizce."Her neyse.. Bir daha senin tarafından ya da etrafındakilerden ismimi duymak istemiyorum. Hele ismimin senin adınla yan yana gelmesini asla."
Ses tonum sonlara doğru gittikçe artmıştı. Ertuğrul'a küçük bir bakış atıp kapıya doğru yöneldim. Arkamdan onların sesinin hafiften yükseldiğini duysam da aldırış etmedim. Bakır tonlu kapının kulpunu çekip geriye kadar açtım, çıktıktan sonra da hızla kapanmasına müsaade ettim.
Kendimi bahçeye attığımda peşimden adımların hızlandığını fark etmiş olsam da aldırış etmemeye dikkat ettim. Ama daha fazla peşimden gelmeye niyeti yoktu anlaşılan.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MANŞİNEL
Teen FictionKarayip Yerlilerinin " Gölgesinde uyuyanın bir daha uyanmayacağına inandığı" tatlı Meyve Ağacı. Ama bir kusuru var.. Zehirli.. Dokunmanın, koklamanın, yaklaşmanın hatta ona çarpan su damlasına değmenin dahi günah sayıldığı ama etrafında olmanın büy...