SAYE

59 2 2
                                    

Ne kadar vakit geçmişti kestiremiyordum, onun çekim alanına girdiğim an zaman algım kayıp gidiyordu sanki.
Etrafımızda ki her şey susmuştu, dakikalar öncesinde tenimi yalayan esinti kaybolup gitmiş, kulağımı tırmalayan sokak gürültüsü sessiz bir uğultuya dönüşmüş, onun kokusunun dışındaki tüm kokular eriyip gitmişti. Benliğime söz geçirmeye çalışmak için direnirken ona daha fazla gömüldüğümü fark edemiyordum..

Karanlıklar içine gömülmüş gibiydim onun teninin altında. Sıcaklığı, bir yaz günü tenime işleyen güneş ışığı gibiydi, rahatlatıcı ve neşeli..

Sonsuzluk gibi gelsede sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyordum, bu sebeple, ondan uzaklaşmak istemesem de bu adımı onun atmasını beklemek gelmemişti içimden, belli belirsiz bir öpücük kondurdum göğsüne önce, hafiften titrediğini hissetsem de aldırış etmemeye çalışarak kollarının arasından sıyrıldım, bırakmak isteyip istemediğinden pek emin olamamıştım, çok kolay kurtulmuştum kollarından sıcak baskısından.
Yüzüne bakmam gerekiyordu değil mi?
Az önce ki anın bedeliydi bu da. Yüzleşmek..

Başımı kaldırıp yüzüne bakmaya cesaretimi yettirdiğim vakit onun çoktan bana bakıyor olduğunu fark ettim. Gözlerinde belirsizlikler hakimdi sanki.
Eminlik parıltısının altında gizlenen soru işaretlerinin kıvılcımları.
Düştüğü ikilem neydi acaba diye merak ederken o elini uzatıp benimkilerle nazikçe birleştirdi. Parmaklarının arasında kaybolmuştu küçücük ellerim.
Yumuşak bir his bırakıyordu, uzun kemikli parmakları tenimde, hassas dokunuş başımı döndürmüştü sanki, kollarına yığılmak gelmişti içimden, kendimi zor tutuyordum.
Çaresizlik sarmıştı tüm benliğimi oturup ağlamak geliyordu içimden. Olmaması gereken bir durumun içine yuvarlamıştım kendimi, irademi ona teslim ediyordum sanki ve bu benim için hiç güvenli değildi.
Duygularım ritimli bir müziğin en yüksek notasında çalıyor olmasına rağmen mantığımın sesini bastıramamıştı.
Kestirebiliyordum Pars’la olmayacağını, olmazdı, karşılıklı yıkardık birbirimizi, ikimizde asla küllenmeyecek iki ateştik.
Birimiz, birimizin parlaklığının altında sebepsiz yanmaya devam ederdi. Gözlerinde harlanan o ışığı söndüreceğimi bile bile elimi elinden ayırdım, dişlerimi kenetlemiştim birbirlerine, yapmak istemediğim şeyleri yapmaya alışık olduğum için zor olmayacağını sanmıştım ama hislerim beni haksız çıkarıyordu.
Onu kendimden uzaklaştırmak değil, kaburgalarımın içine hapsetmek istiyordum, aramıza yüksek duvarlar inşa edip alışmak yerine bir t-shirtün kumaşını koyup, nefret etmek istiyordum..

Ben iki kapının eşiğinde, kararsızlıklar içindeyken Pars bir iki adım geri atmıştı, uzaklaşmasını istemiyordum..  Aramızda ki mesafeyi kapatmak için neleri aşmazdım, kim olduğumu, sorumluluklarımı, tüm doğrularımı, tüm aslalarımı, tüm kâinati.. 

Ama bir tek kendimi aşacak gücü bulamamıştım içimde.
Sessizce sırtımı dönüp çıkmıştım odadan saniyeler sonrada evden zor atmıştım kendimi. Gözlerine daha fazla bakmamaya karar vermiştim, baksam da göreceğim şeyden memnun kalmayacağımı biliyordum. Bu durumda benim payıma gitmek düşüyordu. Ve bende öyle yaptım, sessizce onu aşıp çıktım odadan, evden..

Kendimi sitenin yapay bahçesine attığımda dahi aklımda hala yedi kat yukarıda bıraktığım o adam vardı. Korkaklık etmiştim ve o his yapışmıştı o demir kapıyı kapattığım an üzerime. Kolay kolay peşimi bırakacak gibi değildi. Hayatta isteklerimden ilk kaçışım değildi, onunla da yaşamaya alışırdım.
Elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonumu açıp Kartal’ı aradım tam kapanmak üzereyken açtı.

“Bu kadar erken kalkmak zorunda mısın?” dedi boğuk sesini bana duyurmaya çalışarak.

“Kartal, beni alır mısın?” Dedim olabildiğince sakin kalmaya çalışarak ama bazı şeylerin yolunda olmadığını anlamasına yetmişti yine de.

MANŞİNEL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin