PARALEL

21.7K 860 18
                                    


  Arabanın içindeki boğucu atmosferden bunaldığımdan camdan dışarıyı izlemeye başladım. Arabalara, binalara ve insanlara bakarken nasıl olduysa amansız düşüncelere kapıldım. Eğer annem ve babam boşanmamış olsalardı, benim hayatım da az çok böyle olacaktı. Belki o zaman bunun farkında bile olmazdım ancak şimdi bu hayat tarzı bana göre beyhudeydi. Kıskanmak bir yana çoğunlukla ev halkının her bir ferdini kendi içimde eleştirmeden edemezdim.
  Fırat özel bir üniversitede işletme okuyordu, bu sene son yılıydı. Yeliz de aynı üniversitede moda tasarımı bölümüne bu sene başladı. Yeliz üniversite hayatıyla birlikte eğlence hayatını da abarttı. İkisinin de arkadaşları çoktu. Sosyal aktiviteleri yoğundu. Babamın koyduğu akşam yemeğinde bir arada olma kuralı olmasa yüzlerini göremezdik herhalde. İkisi hakkında bildiğim sınırlı bilgilerdi bunlar. Birbirimizi tanıdığımız söylenemezdi. İlk defa bu akşam mecburen birlikte bir şey yapacaktık. Tabi bu durum, ikisini olduğu kadar beni de rahatsız etti. Babam sayesinde bebek bakıcısı oldum.
  Bir yandan da daha bebekken kaderim değişmemiş olsa ne olacağımı bizzat görecektim. Paralel bir evrene geçiş yapmışım gibi olacaktı. Benim için bu gece her yönden farklı bir deneyimdi.
  Yeliz’in ismimi söylediğini duymamla birlikte düşüncelerimden sıyrıldım.
  “Sakın bana arkadaşlarımın yanında ablalık taslamaya kalkma!”
  Bu açık uyarı, Yeliz’in takınmış olduğu kibarlığın yerinde yeller estirdi.
  Ona ne zaman ablalık tasladım ki?
  Sinirlensem de sesime hâkim olarak “Olur.” dedim kısaca. Onunla tartışacak değildim. Kan bağımız dışında birbirimizin hiçbir şeyiydik. Bunun farkındaydım. Onları suçlayamazdım. Bu konuda ben de bu zamana kadar bir şey yapmadım. Yapacak da değildim.
  Fırat gözünü yoldan ayırmadan “İstersen içeceğini ben söylerim.” diyerek teklifte bulundu.
  Bana her şekilde uyardı.
  “Alkollü olmasında ne olsa fark etmez.”
  Daha önce hiç alkol kullanmadım. İlkler gecesini, babamın isteği nedeniyle alkolsüz bitirmem yerinde olacaktı.
  “Anlaştık o zaman.”
  Yeliz’e sorun olmak istemiyordum ama mecburdum. Yarın iş trafiğim epeyli sıkışıktı. Bu şimdiye kadar benim için sıkıntı değildi ama içinde bulunduğum halde sorun olabilirdi.
  “Yalnız, yarın benim hastanede nöbetim var. Sabah da erken gideceğim. Çok fazla geç kalmayız, değil mi?”
“Tamam. Geç kalmayalım zaten. İlk geceden babamı kızdırmaya gelmez.”
  Fırat’ın yanıtıyla içim rahatladı. Artık susabilirdim.
  Yeliz “Ama abi…” diye başladı ancak Fırat’ın ona doğru anlık bakışıyla sustu.
  Fırat’ın bir bakışıyla sustuğuna göre abisini dinliyordu. Abla yerine konmayan bendim, ikisi tarafından da.
  Bir müddet sonra Fırat arabayı sağa çekerken “Eğlencemiz bol olsun.” diye belli belirsiz söylendi.
  Çantamdan telefonu çıkarıp saate baktım. Saat ondu. Yeliz arabadan inip koltuğu geçmem için çekmesiyle birlikte telefonu çantaya koyduğum gibi dışarı çıktım. Beni karşılayan iliklerime kadar işleyen soğuktu. Fırat’ın valeye arabanın anahtarını uzatmasıyla valenin anahtarı aldığı gibi arabanın önünden geçerek arabaya binişini izledim. Arkamı döndüğümde dikkatimi çeken kapının önünde durmakta olan, işlerinde seçkin olarak nitelendirilecek düzeydeki iki korumaydı. Bu soğukta işleri işti. Yine de onların bundan etkilendikleri söylenemezdi.
  Fırat aramıza geçerek beni sağına Yeliz’i de soluna aldı. Yerimden kımıldamadan önce önlem almam gerekliydi. Anında Fırat’a dönerek “Bu topuklularla düşmemem için koluna girebilir miyim?” diye sordum. Yanıt niyetine kolunu açınca koluna girmemle beraber hep birlikte kapıdan içeriye girdik.
  Yerleri kırmızı bir halıyla kaplı duvarları resimlerle dolu bir holden geçtik. İçerisi aydınlık ve karanlık arasında bir ışıkla aydınlatılmıştı. Her yer çok rahat görünmekteydi. Küçük yuvarlak masaların başlarında ikişer üçer kişi grupları vardı. Mekânın tam orta yerinde bir bar vardı. DJ kabini yüksekteydi, haraketli yabancı bir müzik eşliğinde herkes eğlenmekteydi. Ses kulakları sağır edecek kadar aşırı değildi. Ortam son derece nezihti.
  İçerideki havayı soluduğumda, kaliteli parfüm şişelerinin içindeymiş gibi hissettirdi. Birbirine yakın üç masanın etrafında kalabalık bir grubun yanına doğru ilerliyorduk. Tuğçe’yi tanırdım yani sima olarak, eve geldiği zamanlarda görmüştüm. Tuğçe bizi gördüğü anda kalabalıktan ayrılarak yanımıza geldi.
  İlk olarak “Nihayet geldiniz!” diye sitem etti Yeliz’e sarılırken. Ardından gözleri bana çevrildi. Tanımadı büyük ihtimalle. Fırat’a dönüp sarılırken “Özlettiniz.” dedi çoşkuyla. Sonra yeniden bana bakıp “Seni tanıyor muyum? Yoksa Fırat’ın yeni kız arkadaşı mısın?” dedikten sonra Fırat’a dönerek “Hızına yetişemiyoruz.” diye çıkıştı. Bozulan yüzünden anladığım kadarıyla Fırat’tan hoşlanıyordu. Fırat “Ablamız.” deyince “Ah! Öyle mi? Pardon canım, tanıyamadım. Hoş geldin.” diyerek bana göstermelik sarıldı.
  Samimiyetsiz samimiyetine karşılık olarak “Doğum günün kutlu olsun.” dedim bende.
  Beni es geçip Yeliz ve Fırat’a itaben “Bizimkiler gelmeyeceksiniz diye aralarında iddiaya tutuştular.” dedi. Ardından Yeliz’in koluna girdi.
  “Hadi yanlarına gidelim.”
  Beni unutup Fırat da yanlarında ilerleyince arkalarından yavaş ve temkinli adımlarla onları takip ettim. Yalnız başıma yürümeyi öğrenmeliydim.
  Aralarında sarılma faslı bitince gözler bana çevrildi. İçlerinden bir erkek “Fırat bu güzel bayanla bizi tanıştırmayacak mısın?” deyip bana dönerek sırıttı. Yanındaki “Tanıştırmaz tabi oğlum kendine saklıyor olmalı.” dedi anında.
  Utandım. Neden utandıysam?
  “Yavaş gelin. Ablam Seda.”
  Fırat'ın açıklamasıyla ben daha ne olduğunu anlamadan sırıtan çocuk elimi alarak öptükten sonra “Ben Atakan.” diyerek kendini tanıttı. Hızla elimi çektim ve sırf kibarlık olsun diye “Tanıştığıma memnun oldum.” dedim.
  Herkesle birer birer tanıştım. Çağrı, Begüm, Anıl, Aslı, Gökçe, Onur, Ayaz, Öykü, Pelin, Erdem, Yağmur, Bülent, Özgür ve Melisa. Kimisi sıcak kimisi soğuktu. Herkese gülümsedim, soğuk görünmek istemediğimden. Bir kaçını daha önceden uzaktan görmüşlüğüm vardı.
  Bir zaman sonra Fırat arkadaşlarıyla bir uçta, bende Yeliz’in yanında diğer uçtaydım. Herkes kendi aralarında konuşmaktaydı. Bir ben yalnızdım. İçecekler gelmişti. Önüme konan şeyin ne olduğunu bilmesem de kırmızı renkteydi. Kokusu vişne suyu olmadığını ele veriyordu. Fırat’ı alkolsüz olmasıyla ilgili uyarmıştım ama görünen o ki dinlememişti. Yeliz Tuğçe’yle konuşuyordu. Söylediklerini az çok duysam da ilgilenmedim. Görevim onların konuşmalarını dinleyerek casusluk yapmak değildi. Gruba şöyle bir göz gezdirirken Atakan’la göz göze gelince başımı çevirdim. Vakit geçirmek adına boş boş etrafa bakınmaya başladım. Bu sefer kimseyle göz göze gelmemeye özen göstererek. Nasıl olduysa tüm çabalarıma rağmen gözlerim bir çift ela gözle birleşti. Tanıdık bir yüzdü. Beni görmemiş gibi başını çevirdi. Bu gözler çalıştığım hastanenin sahibine aitti. Beni tanıyacağını sanmıyordum, neyse ki tanımıyordu. Bir daha göz göze gelmemek için başımı çevirdim. Gözlerini dikmiş bana bakıyor diye düşünmesi, isteyeceğim son şey bile değildi.
  Aslı adındaki kız Tuğçe ve Yeliz’in yanına gelerek “Sonunda geldiler!” dedi büyük bir heyecanla.
  “Kimler?” diye sordu Yeliz.
  “Tuğçe’ye bugün bahsetmiştim. Ortam kızı Gaye’yi tanıyorsun, benim sınıfımdan. Yakışıklı mı yakışıklı bir adamla tanıştırdı dün beni. Adamın adı Selim Taşkıran.” dediğinde tüm dikkatim birden onlara yöneldi. “Adam yıllar önce zengin bir adamın kızıyla evlenmiş. Bir kızları olmuş. Bir yıl sonra bir trafik kazasında Selim’in eşi ve kayınpederi ölmüş. Tüm servet Selim’e kalmış. Beş yılda adam serveti ona katlamış. Yiğitel Holding ve Yiğitel Hastanesi bu adamın. Daha otuzunda bile değil. Tek kusuru var, adam çok çapkın. Her gün yanında başka bir kız var. Tabi bu adamın suçu değil. Bak şuradalar.” diyerek Selim’in durduğu yeri eliyle işaret etti. Tuğçe ve Yeliz o tarafa bakınca “Yanındaki yakışıklı, kardeşi Fatih Taşkıran. Yurtdışında okumuş. Bu sene yurda dönmüş. O da abisi kadar çapkın.” diye ekledi.
  Selim Taşkıran. Bu ismi iki sene önce Prof. Dr. Ahmet Çuvalı hocamdan duymuştum. Hocamla aramız iyiydi. Beni kızı gibi severdi. Ona çalışmak istediğimi söylediğimde bana özel bir hastanede iş buldu. Hem başhekimi hem de hastanenin sahibini tanıyordu. Hastanenin sahibinin iyi bir adam olduğunu, birçok genci ücretsiz olarak iyileştirdiğini ve yoksullara iş bulduğunu anlatmıştı. Adamın yakışıklı ve çapkın olduğunu söylememişti. Tabi bunu da ilk duyuşum değildi. Hastanede çalıştığım şu iki yılda dilden dile dolaşan bir efsane gibiydi. Elinizi sallasanız ona âşık olan birine denk gelirdiniz. Tabi bu kimsenin suçu değil. Yaradan onu böyle yaratmışken kul ne yapsın?
  “Adam buraya bile takım elbiseyle gelmiş.”
  Yeliz'in küçümseyen ifadesiyle bir nebze rahatladım.
  “Kabul et, abi kardeş yakıyorlar.”
  Tuğçe haklıydı. Yaktıkları kesindi. Tek gecelik ilişkilerden ne yarar gelirdi ki?
  “Orası öyle.”
  Yeliz'in söylediklerinden sonraki yüz ifadesi beni yeniden işkillendirdi.
  “Hadi benimle gelin, sizi tanıştırayım.”
  Aslı'nın Yeliz'lere teklifini duymamla beraber içimde alarm çalmaya başladı. Bu olamazdı.
  Yeliz ne olur gitme? Adam belanın beden bulmuş hali. Ondan ne sana ne de başkasına yarar gelir. İlk geceden beni böyle bir çelişkiye sokmamalısın. Babama seni koruyacağıma söz verdim. Lanet olsun. Hayır olmasın.
  Yeliz'in sesini işitmemle içimden söylenmeyi kestim.
  “Olmaz. Onları bizim ayağımıza getir.”
  “Tamam.” dediği gibi kız yanlarından ayrıldı.
  Bir bu eksikti. Yeliz’i uyarmak istesem de arkadaşı yanındayken bunu yapamazdım. Ters teperdi. Mürebbiyeliğimi nasıl yerine getireceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Fazlasıyla acemiydim.
  Yeliz ve Tuğçe Aslı’nın arkasından bakıyorlardı. Bense bakmaya cesaret bile edemedim.
  Acaba gelir miydi?
  Sorumun cevabını kısa sürede öğrendim. Aslı kısa bir süre içinde, Selim ve Fatih’le birlikte yanımıza geldi. Şans benden yana bu zamana kadar hiç olmamıştı zaten.
  Aslı gelir gelmez “Yeliz ve Tuğçe” diye tanıttı.
  Fatih “Merhaba.” demesiyle birlikte önce Yeliz’in elini öptü, sonra da Tuğçe’nin.
  Burada el öpmek adettendi herhalde.
  Ardından “Ben Fatih ve abim Selim.” diyerek kendini ve abisini tanıştırdı. Sonra beklenmedik bir şekilde bana döndü. Ben ne yaptığını idrak edemeden elimi aldı ve dudaklarıyla buluşturdu. Ardından gözlerimin içine baktı.
  “Ve siz?”
  “Seda!”
  Kendimi öylesine onları duymaya odaklamıştım ki Fatih beni gafil avladı. Elimi hala tuttuğunu fark edince elimi çektim. Kısa bir an Selim’le göz göze geldik. Bir elinde içkisini velinimeti gibi tutmaktaydı. Başımı hemen başka yöne çevirdim.
  “Yurtdışında okuduğunuzu duydum. Ne okudunuz?”
  Yeliz'in Fatih'e sorduğu soruyla yeniden onlara doğru döndüm.
  “Ekonomi.”
  “Abinizin Yiğitel’in sahibi olduğunu duyduk. Ne yapmayı planlıyorsunuz?”
  “Abim şimdilik bana işleri öğretiyor. Henüz karar vermedim.”
  Yeliz, iki kurdun avlandığı alandaydı. Fırat’a yardıma gel bakışı attım ama umursamadı bile. Sanırım Atakan beni anladı. Gülümseyerek yanımda bitiverdi.
  Allah’ım yardıma gönderdiğin adamdan beni kim kurtaracak acaba?
  “Yiğitel Hastanesi’ydi. Değil mi?”
  Birden Yeliz’e baktığımda Selim'e yaklaşmış olduğunu gördüm. Panikledim. Çalıştığım hastaneyi biliyor olamazdı değil mi? Nerden bilsindi? Adımı bile zor öğrenmişti.
  Selim başını sallayarak “Evet.” dedikten sonra içkisinden bir yudum aldı.
  “Seda’yı tanıyor olmalısınız. İki senedir orada çalışıyor.”
  Yeliz'in söyledikleriyle beraber tüm gözlerin odağı oldum. Yeliz yaptı yapacağını. Neden beni böyle ortaya attı ki şimdi? Çalıştığım hastanenin ismini biliyor olmasına da ayrıca çok şaşırdım. Vereceği cevaba hazırlanarak Selim’e baktım.
  “Öyle mi?”
  Selim'in ifadesi dışarıdaki havadan bile soğuktu. Ne bekliyordum tanımasını mı? Kendimi niye bu kadar kastıysam? Tanıması tuhaf olurdu zaten. Birkaç kez dosya imzalatmaya gitmiştim yanına. Doğal olarak hastanede karşılaştığımız zamanlarda vardı, hatta birkaç vukuat ama ben bile çok hatırlamıyordum. O niye hatırlasındı? Kaç bin çalışanı vardı kimbilir.
  Atakan biraz daha yanı başıma sokuldu.
  “Selim’i tanıyor musun?”
  Of Atakan of! Bir sen eksiktin.
  “Ben çoğunlukla acil de part time çalışıyorum. Okul saatlerine göre ayarladım. Selim Bey’le birkaç evrak işi dışında muhabbetimiz olmadı. Beni hatırlayacağını sanmıyorum. Sadece çalışanlarından biriyim.”
  “Ne okuyorsun?”
  Fatih’in sorusundan sonra bana göre aşırı gelen ilgisi dikkatimden kaçmadı.
  “Tıp. Bu sene altıncı yılım.”
  “Hım… Kızımız güzel olduğu kadar zekiymiş.”
  Atakan bayat bir iltifatı yüzüme yapıştırdı.
  Kızardım. Çocuk sen beni öldüreceksin. Ben böyle şeylerden hiç hem de hiç hazzetmem.
  Kendim ettim kendim buldum. Bu gece buraya gelmeyebilirdim. Fırat’tan yardım dilenmeseydim Atakan yanı başımda bitmezdi. Kendimden başka kime kızabilirdim ki? Babama mı? Babama kızgınlık listem çoktan kabarmış ve çöpü boylamıştı.
  Selim “Siz ne yapıyorsunuz?” diye sorunca aralarında bir muhabbet başladı.
  Evet! İşte bu! Kurtuldum, Selim Bey sayesinde. O farkında olmasa da, bana büyük bir iyilik yaptı. Dikkatleri üzerimden aldı. Oh…
  Atakan da “Ben de Fırat’la aynı sınıftayım. Mezun olunca babamın işinin başına geçeceğim. Başka bir yol seçme şansım yoktu…” diye başlayarak hayatını bana anlatmaya koyuldu.
  Atakan uzun boyluydu. Siyah saçları, mavi gözleri ve açık bir teni vardı. Vücudu spor salonlarından çıkmadığını ele veriyordu. O konuşurken, hem onu hem de diğer taraftaki sohbeti dinledim ve sonuç olarak söylediklerinin yarısının çoğunu duymadım. Ne yaptığı, kim olduğu umurumda bile değildi. Fırat’ın arkadaşıydı benim gözümde. Hayat hikâyesini kesmek istemediğim için dinliyormuş gibi yapıyordum. Sıkılmadım dersem yalan olur. Ona hayat hikâyesini soran oldu mu? Benden iki yaş küçük olmasına rağmen bana asılması hiç hoş değildi. Ayrıca burada bulunma nedenim Yeliz'i dış tehditlere karşı korumaktı.
  Birden Atakan’ın “Sıkıldın mı?” diye sorduğunu fark ettim.
  Elimde olmadan soğuk bir şekilde “Sıkmalık portakal olsam bu kadar sıkılamazdım.” diye korkunç bir espri yaptım. Doğruya doğruydu. Sadece ondan değil, bu ortamdan da.
  Atakan bozuldu. Selim bize yakın olduğundan göz ucuyla güldüğünü gördüm. Söylediğime mi gülüyordu? Belki bana öyle geldi, yandaki muhabbete gülüyor olabilirdi. Üzerime alınmadım.
  “Ben Fırat’ın yanına gitsem ikimiz içinde daha iyi olacak.”
  Sessizliğim üzerine Atakan yanımdan ayrılınca Selim bana doğru bir adımla yaklaştı.
  “Korkunç ama süper bir espriydi.”
  “Efendim!” dedim yanlış duyduğumu sanarak. Bizi mi dinlemişti? Daha neler görecektim?
  “Kulak misafiri oldum.”
  Keyfine diyecek yoktu.
  Suçunu itiraf ettiğinden “Çok ayıp.” dedim. Ben de çaktırmadan onları dinledim ama o bunu bilmiyordu. Kendimi kayırabilirdim. Benim ulvi bir görevim vardı.
  “Benim yaptığım mı seninki mi?”
  Acaba hangisinden bahsediyordu? Çaktırmadan onları dinlediğimi mi fark etmişti? Yoksa Atakan’a olan cevabımdan mı? Kaçamak soruya karşılık kaçamak bir soru tek kurtuluşumdu.
  “Ne yaptım ki ben Selim Bey?”
  “Selim Bey mi?”
  Bozuldu mu?
  “Benim patronumsunuz.” diye açıkladım hemen. Ona Selim diyemezdim.
  “Tamam, Seda Hanım. Okul bitince ne yapacaksınız?”
  Seda Hanım? Böyle bir ortamda gerçekten kötü oluyormuş ama bu saatten sonra geri adım atamazdım. “İlk olarak TUS’a gireceğim. Hedefim için uzun yıllar alın teri dökmem gerekiyor. Önümde dik bir yokuş var.” diye elimden geldiğince yalın bir cevap verdim. Merakından değil maksat muhabbet olsun diye sorduğunun farkındaydım.
  “Şanslısın. Hedefine ulaşacağına eminim.”
  Kulaklarıma inanamadım.
  “Ben mi şanslıyım?”
  Benim nerem şanslıydı gerçekten merak ettim.
  “Hem zengin, hem güzel, hem de zekisin, ama anlamadığım neden çalışıyorsun?”
  Meraklı gözlerle vereceğim cevabı bekliyordu. Bense öylece gözlerine bakıyordum. Aklım daha zenginde takılı kalmıştı. Zengin değildim hiç olmamıştım olmak gibi de bir hayalim yoktu. Zenginlik bana göre değildi. Gerçeği ona söyleyemezdim. Uzun ve sıkıcı bir hikâyeydi. Anlamazdı.
  “Beni tanımıyorsunuz.”
  “Haklısın.” demesiyle içkisinin kalanını bir dikişte içti. “Sende ister misin?”
  Anlayamadım. “Ne ister miyim?” diye sorunca boşalmış içki bardağını gösterdi.
  “Teşekkür ederim, istemiyorum.”
  Cevabımı duyunca yanımdan ayrılıp doğruca bara gitti. Arkasından baktım. Hastanedekiler onunla konuştuğumu duysalar çıldırırlardı.
  Benden epey uzundu. Kişiliğini yansıtan güçlü bir bedene sahipti. Kumraldı. Hafif kirli bir sakalı vardı. Geniş bir alın, ela gözlerini gizleyen biçimli kirpikler, sertliğini ortaya koyan kaşlar, çıkık elmacık kemikleri, düzgün bir burun, korkusuz dudaklar ve tüm bunları tamamlayan bir çene; yüzünün kusursuzluğunun nedeniydi. İnsanı ağına düşüren sesi, son noktaydı. Yakışıklıydı. Karizmatikti. İlk defa benliğime kazınan bir yüzdü.
  Arkasından onu izlediğim gerçeğiyle birden afalladım. Bu etkiden kurtulmak için başımı iki yana salladım. Yapacak daha iyi bir işim yok muydu? Vardı. Buraya Yeliz için geldiğim nihayet aklıma geldi. Başımı hemen ona doğru çevirdim. Hala yerinde Fatih’le baş başa sohbet etmekteydi. Konuşmaktan zarar gelmezdi. Yine de gecenin sonunda kızmasını da göze alarak onu uyarmayı denesem mi diye düşündüm. Şimdilik böyle bir topa girmemim ikimiz açısından da çok yerinde olmayacağından vazgeçtim. Fırat’a baktığımda Begüm adındaki sarışın yeşil gözlü afetle konuştuğunu gördüm. Gülümsedim. Gruba göz gezdirdim. Atakan yoktu. Tuğçe kıskançlıkla Fırat’ı izliyordu. Yazık!
  İçeceğime gözüm takıldı. Susamıştım ama onu içmemin beni daha çok susatacağını bildiğimden bara döndüm. Selim barda değildi. Güvenilir bölge olduğundan bara gidip oturdum. Biri kız biri erkek iki barmen çalışıyordu. Erkek olan beni gördüğü gibi geldi.
  “Sana nasıl yardımcı olabilirim güzellik?”
  Başka zaman olsa onu terslerdim ama su alabilmek için şimdilik görmezden gelmeye karar verdim.
  “Yarın sabah erken kalkmam gerekiyor. İsteyeceğim şey böyle bir yerde garip kaçabilir ama su var mı?”
  Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırdı.
  Güldükten sonra elini barın altına uzattı. Yarım litrelik pet şişeyi önüme koyarken “Benden.” dedi.
  Gülümsemeyle “Teşekkür ederim ancak ödemezsem boğazımdan geçmez. Sakın karşı çıkma yoksa içemem. Susuzluktan ölürsem vebalini ödeyemezsin animallah.” dedim. Abartılı hareketlerle teslim olduğunu gösterip başka bir müşteriyle ilgilenmek için yanımdan uzaklaştı. Şişenin kapağını açarken hiç açılmamış olduğunu anladım. Gönül rahatlığıyla bir yudum aldım. Yanımda bir hareketlilik hissedince başımı o tarafa çevirdim.
  “Su mu içiyorsun?” dedi Selim yanıma otururken.
  “Süt istedim ama yoktu.”
  Bardağı boştu. “Ne çabuk içmişsiniz?” dedim bardağı işaret ederek.
  “Senin yanına gelebilmek için, başka mazeret bulamadım.”
  O gülünce ben de güldüm. Şakacı biriydi demek ki. Sonra suyumdan bir yudum daha aldım. “Sabahları sorun olmuyor mu? Baş ağrısı gibi...” diye sordum.
  Selim seslenmeden kız barmen gülümseyerek içkisini tazeledi. “Sorun?” diyerek güldü. O anda bir kız yanımıza geldi.
  “Tatlım!”
  Selim kıza doğru dönünce kız anında Selim’i dudağına yakın bir yerden öptü.
  Yuh! Kız adama uluorta yürüdü.
  Dudağından öpseydin? Gecenin sonunda ne olacağı açık ve net.
  Ayarların mı bozuldu Seda? Sana ne kızım, sana ne. Kız ister yürür ister koşar. Her Türkiye vatandaşı istediğini yapmakta özgürdür. Büyüksün konuş.
  Kız ardından bana bakınca içimden saçmalamayı kestim. Beni şöyle bir süzdükten sonra “Ben Gaye.” dedi.
  Meşhur Gaye Hanım buydu demek ki. Çakma sarışın. Mavi lens. Küçücük bir elbise, belli ki kumaş yetmemiş.
  “Ben de Seda.”
  Yeniden Selim'e baktı.
  “Masamıza geçelim mi?”
  “Olur.”
  Selim bana bakıp, “İzninle.” dedi.
  “İzin sizin.”
  Selim içkisini alarak Gaye’yle birlikte uzaklaştı.
  Arkalarından bakarken “Yasak meyve.” dedi biri.
  Başımı çevirince barmenle yüz yüze geldik. Bu ne laubalilik böyle? Bana biçilen bu yargıyı hak etmedim.
  “Ben Kemal. Buraya Fırat’la geldiğini gördüm. Onunla aynı sınıftayız. Samimiyetim bu yüzden.”
  Kızdığımı anlayıp beni yatıştırmayı başardı.
  “Ben Fırat’ın ablasıyım. Diğer konuya gelince yanlış anladın. Selim Bey’in kadrolu âşıklarından değilim. Ayrıca çalıştığım hastanenin sahibi. Kesinlikle yasak bölge!” dedim ve içimi ferahlatacağını umarak suyumdan içtim.
  Güldü.
  “Sen yine de dikkat et. Tam bir Kazanova’dır. Ağına düşüremediği kurban yok, yani ben görmedim.”
  Hoş bir çocuktu. Sıcakkanlıydı. Onunla sohbet etmek hoşuma gitti. Arayı sıcak tutmakta yarar vardı. Buraya daha ne kadar gelecektim, bilmiyordum.
  “Dikkat ederim. Sağ ol. Ben seni daha fazla meşgul etmeyeyim. Sana kolay gelsin.” dedikten sonra bardan ayrılarak Yeliz’in yanına gittim.

sessiz SEDAsızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin