Bölüm 20

12.7K 706 1
                                    

Feride’ye her şeyi anlatabilmiş olsam da Murat’a olanları anlatamazdım. Murat’la münasebetim arkadaşlık, dostluk, kardeşlik ve aşk kavramlarından bir şekilde ötedeydi. Anlatsam beni anlayamayacağından değil ya da beni yargılayıp benden uzaklaşacağından da değil. Biz, fakültede ikinci senemde Ahmet hoca sayesinde tanıştık. Bana birçok konuda karşılıksız yardımcı oldu. Onun dört döneminde de yanındaydım: Nişanlısından önce, nişanlıyken, nişanlısından sonra ve geçmişini geçmişe gömerek arada sırada mezara siyah lale bıraktığı şimdiki zamanda. Feride gibi benden hoşlandığını da hiç düşünmedim, düşünmem de. Ona elimi uzattım ben, her yıkıldığında elimi uzattım. Belki de aramızdaki bağ bu yüzden farklıydı. Aramızda zamanın sunduğu, doğasal, tanımsız bir anlaşma oluşmuştu, biz hiç bozamayalım diye…

Bakışlarımı Murat’tan Selim’e çevirdiğimde gözlerine yakalandım. Gözleri, Murat’ın beni eve bıraktığı geceki kadar karanlık bakıyordu. O gece bana söylediklerini anımsayınca buz kestim. Özellikle son sözleri: “Sana son bir tavsiye, gözümün önünde başka erkeklerle fingirdeşerek yatağıma girmeye yaklaşıyorsun.”

Benliğimde apansız bir korku eserek serin çelişkileri beraberinde getirdi.

Selim bana, Murat ve Feride’nin yanında böyle şeyler söyler miydi? Umarım söylemezdi.

O gece sarhoştu, şimdi değildi. Yani henüz değildi.

Kendimi rahatlatmaya çabalasam da bir türlü olduramadım.

Daha dokuz gün öncesine kadar bu adam benim için sadece çalıştığım hastanenin sahibiydi. Ben de onun sıradan personeliydim. Kesişme noktamız bir gece kulübüydü. O benim hayatıma ben de onun hayatına, birbirimize bodoslama daldık. Neden? Neden? Neden?

Masadaki sağır eden sessizliği bozarak “Siz gelmeden önce hastanede başımıza gelenlerden bahsediyorduk” dedi Feride.

Sonunda biri konuşmaya cesaret edebilmişti.

Bunun üzerine Selim bana bakarak “Birlikte hep böyle eğlenir misiniz” diye sordu.

Bu sorunun bana olduğu açıktı. Bakışlarıyla beni lime lime ediyormuş gibi hissettim. Bu tavrının sebebi neydi?

Halinden memnun bir ifadeyle “Bugün Seda’nın isteğiyle doğum günümü kutlama yemeği yiyoruz Selim Bey” diyerek benden önce yanıtladı Murat.

Yandım. Alt dudağımı ısırdım.

Sevimli bir ifadeyle “Benim doğum günümde de bana üzerinde mum olan limonlu popkekle Yeşil Yol filminin DVD’sini hediye etmişti” diyerek yardımıma yetişmeye çalıştı Feride anında.

Yaptığı şeyi anladığımdan takdir ettim. Arkadaş, dost dediğin böyle günde belli olur.

Murat bu golü kaçırmadı. “Önemli olan hatırlaması, düşünmesi yeter” dedi.

Selim’in çenesinin kasılmasından sinirlendiği belliydi. Tamam, bu doğruydu, Feride’yi de Murat’ı da düşünüyordum ama Selim’in şu anda aklından geçenlerle yakından uzaktan alakası yoktu. Verdiği tepkiden gayet net beynini okuyabiliyordum. Masumiyetimin öldürülüşünü izliyordum. Gözleri bir kara deliğe dönüşüyordu.

Birkaç saniyenin ardından rahat bir sesle “Buraya gelmeniz iyi olmuş. Birol abi de seni soruyordu” diyerek karşı atağa geçti Selim.

Şimdi oldu. Selim’den de bir gol…

Ne maçıydı bu? Maçı alan ne kazanacaktı? Beni mi? Beni!

Buradan sağ çıkabilecek miyim?

Murat bana yönelerek “Nurhan hocayla nasıl gidiyor? Kaç nöbetin kaldı” diye sordu ilgiyle. Üstünlüğünü göstererek eziciliğe başladı.

Murat’ın tavrı kardeşini –kendince- koruma içgüdüsüydü. Doğru ve yanlış, herkese göre değişen bir olguydu. Yaptığını doğru ya da yanlış diye nitelendiremezdim. Sorusunu cevaplandırmazsam da ayıp olurdu. Sıkıla sıkıla “İyi diyelim iyi olsun. Beş nöbetim kaldı. Allah’tan Ahmet hoca çok yardımcı oluyor. Onun sayesinde ekstra rahatım” dedim.

Yılların kazandırdığı muhabbetin sıcaklığıyla “Seni kızı gibi seviyor” dedi.

“Seni de oğlu gibi seviyor” diyerek karşılık vermeden edemedim. Murat iyi biriydi sadece Selim nedense bunu görmemekte direniyordu.

Sempatik bir tavırla “Feride Hanım siz nerede okumuştunuz” diye sordu Selim.

Misilleme kokusu alıyorum… Tüm dikkatimi üzerinde toplamayı başardı. Bilerek yaptığından şüphem yoktu.

“Trakya Üniversitesi’nde” dedi Feride.

Meraklı bir ifadeyle “Selim Bey siz ne okudunuz” diye sordu Murat.

Murad! Yeter ama… Murat’ı bakışlarımla kınadım ama Selim’in bunu şu durumda fark etmeyeceği kesindi.

Sarsılmayan duruşuyla “Ben lise terktim. Açık öğretimden tamamladım” diye yanıtladı Selim.

Ortamı yumuşatmak amacıyla “Eğitim yalnızca okulla olmaz. İnsanın kendini eğitmesi saygı duyulacak bir erdemdir. Siz kendinizi eğitmişsiniz. Başarılarınız bunun bir göstergesi” diyerek fikrimi belirttim. Bir bakıma da bunu söyleyerek Selim’e destek olmuş bulundum. Tüm bakışlar bana yöneldi. Her bakışın birbirine olan kontrastı yıpratıcıydı. Bunu yapmalı mıydım? Yapmamalı mıydım? Buradan buhar olup uçmalıydım…

İğneleyici bir tavırla “Şanslısınız” dedi Murat.

Yok artık. Zengin biriyle evlenerek zengin oldunuz demekten ne farkı vardı ki? Hem zenginlik şans mıydı?

Ona dönerek “Sizler değil misiniz” dedi Selim nükteli bir sesle.

Benim olmadığım kesin. Feride’ye bakarak bir şeyler yap bakışı attım. Aynı anda elimi masaya koyarak parmaklarımla S.O.S. ritmi tutturdum. Bunu ona daha önce öğretmiştim. Lazım olur diye göstermiştim ve lazım olmuştu işte.

Feride Allah’tan hemen beni anladı ve “Ben kendimi şanslı hissediyorum. Hayat aldıklarıyla ve verdikleriyle bizi dengeliyor. Bir işim var, sağlığım yerimde, ailem ve sevdiklerim yanımda, daha ne olsun? En önemlisi de Seda gibi bir arkadaşım var” dedi hemen.

Minnet duydum. Masadaki elini sıktım. İçtenlikle “Ben daha şanslıyım senin gibi bir dosttum var” dedim ve onun için yüzüme sağ ol gülümsemesi kondurdum.

İki garson elleri dolu bir şekilde masamıza geldiler. Tam zamanında… Buradaki zamanlamaya hayranım…

Açken insanlar geçimsiz olurdu. Değil mi? Her zaman gözümüzün ve gönlümüzün tok olması dileğiyle…

sessiz SEDAsızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin