SORU

18K 840 12
                                    

  Beni tanıyan biri, beni burada görse ben olduğumu düşünmezdi, bana çok benzeyen birinin olduğuna inanırdı. Hatta ismimi söylesem adaş olduğumuzu sanırdı, o derece yani.
  Hayat ne garipti. Dün biri bana böyle bir yere geleceğimi söylese güler geçerdim. Şimdiyse durmuş insanları gözlemliyordum. Anı yaşamak. Yaptıkları buydu. Yarın kaygısı yok. Sorumluluk yok. Geçmiş yok. Dert yok. Ne güzel ama…
  En azından dış görünüm buydu. Dibe inmeye niyetim yoktu.
  Masanın üzerine koyduğum Yeliz’in bana verdiği çantaya uzanarak içinden telefonumu çıkardım. Saat on biri beş geçtiğine göre bir saati devirmiştim. Telefonu çantaya geri koyup çantayı yerine bıraktım.
  Fırat birkaç arkadaşıyla sohbet ediyordu. Yeliz de arkadaşları ve Fatih’le birlikte dans ediyordu. Bende etrafı seyrediyordum. Birden gözüm Selim’e takıldı. Gaye önünde dans ediyordu, o da içkisi elinde onu izliyordu. Selim’in yüzü pek etkilenmişe benzemiyordu. Fazla duygusuzdu. Ben etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Bir süre gözlerimi Gaye’den alamadım. Bu kız bedenini nasıl kullanması gerektiğini iyi biliyordu. Hafif sıfatları bayanlara yakıştıramasam da içimden geçirmediğimi inkâr edemem. Bir yanım, etki altında kalan, yaşadığım toplumun çoğunluğu gibi dar görüşlüydü. Diğer yanım, dışa dönük olan, insanları hayatlarıyla yargılamazdı. Herkesin bedeni kendine aitti ve onu ilgilendirirdi. Onun hayatı bana göre benim hayatımda ona göre farklıydı. Bu kişiliğimizin yanında yaşadıklarımızın ve çevremizin etkisinden kaynaklanıyordu... Evet, psikolojiye geçtim. İçimde saklanan çocukta çatlaktı. Kendi halime gülümsedim. Tekrar gözlerimi Selim'e çevirdiğimde, Selim’in beni izleyerek sırıttığını gördüm. Başımı ışık hızıyla çevirdim ancak bir kere rezil oldum. Ne düşündüğünü düşünmek bile istemiyorum.
  Atakan’ı bir başına görünce bir sebepten ona haksızlık ettiğimi düşünmeye başladım. Bu ortam, şimdiye kadar farkında olmadığım içimdeki canavarı uyandırmıştı sanırım. Onun kalbini bile isteye kırmak yanlıştı. Böyle biri, yaradılışıma tersti. Bu durumu düzeltmeliydim.
  Atakan'ın yanına gitmek bir dert, gitmemek ayrı bir dert olacağından, hakkımı gitmekten yana kullandım. Yanına vardığımda bir tepki vermeden sadece yüzüme bakması, bana kırıldığını gözleriyle anlatır gibiydi. Sandığım kadar yılışık tiplerden değildi ayrıca. İşte böyle ayağıma gelirsin sırıtışı takınmadı.
  Bir yerden konuşmaya başlamalıydım ya da bodoslama girmeliydim. Başlangıç olarak içtenlikle gülümsedim.
  “Sana ayıp ettim özür dilerim. Genelde böyle bir insan değilim. Sadece benden küçük birinin bana asılması standartlarıma uygun değil. Aslına bakarsan küçük büyük kim olursa olsun bana asılmasını hoş karşılayamam. Arkadaşlığımı kabul edersen, seni gece gündüz dinlerim.”
  “Ben özür dilerim. Yeni bir başlangıç yapalım ama sormazsam ölürüm, kaç yaşındasın?”
  Ben asabi bir biçimde gülünce “Bir bayana yaş sorulmaz eşeklik ettim.” dedi hemen.
  Huylu huyundan vazgeçmez.
  “Yok, ondan değil... Önemli değil... Yirmi üç yaşındayım.”
  Gülümseyişi ışıldadı.
  “Ben yirmi dört yaşındayım ama sen beni küçük gördüğüne göre yaşımı göstermiyorum sanırım. Gerçi itiraf etmeliyim sende yaşını göstermiyorsun.”
  Ardından ellerini kaldırarak “Sakın yanlış anlama bunu sana sulanmak için söylemedim. Boyumun ölçüsünü aldım.” diye ekledi sempatik bir tavırla.
  Söyledikleri ve tavrına başımı iki yana sallayarak güldüm.
  “Ben Fırat’la yaşıtsın sandım. İnsanların yüzlerini dikkatlice incelemem. Yaş tahminlerinde anlayacağın üzere zayıfım.”
  “Her insanın zayıf yönleri vardır. Benimki de güzel görünce sahiplenmek mesela.” diyerek lafa atıldı.
  Sahiplenmek fiili son derece güzel bir seçimdi ama her güzeli sahipleniyorsa bir anlamı kalmıyordu.
  Sözleri üzerine “Her güzele asıldığın için yalnızsın o zaman.” diye sataşmadan edemedim. Ben de az değildim bu gece.
  Yüzü asıldı.
  “O kadar çok güzel görme şansım olmuyor.”
  Bu dediği gülünecek kadar komikti. Etrafı gösterirken “Yalana bak. Ortamdaki kızlar güzellik kraliçeleri gibi.” dedim. En azından ben öyle düşünüyordum. Hepsi gerçekten çok güzeldi.
  Aramızdaki havayı sömürürcesine ciddileşti.
  “Sana bir şey söyleyebilir miyim?”
  Kararsız kalsam da başımı sallayarak onay verdim.
  “Biz genelde buraya takılırız. Bizim mekândır. Diğer yerler gibi değildir. Seçkin insanlar içeriye girebilir. Müşterileri bellidir. Genelde gelenleri az çok tanırız ve bu gece ilk defa Selim Taşkıran bir kızın ayağına geldi. Dahası senden bakışlarını alamıyor.”
  Saçmalık olduğunu düşünsem de istemsizce Selim’in durduğu masaya baktım. Gaye oradaydı ama Selim yoktu. Kendime engel olamadan, genel bir taramanın ardından bara doğru baktığımda onu gördüm, o da beni. Tekrar Atakan'a döndüm ama bir an yüzüne bakamadım. Yakalandığım için nefesim hızlanmıştı. Atakan'ın gözleriyle beni adeta ilmek ilmek incelediğini görmemle birlikte ışık hızıyla toparlandım.
  “Yanılıyor olmalısın, burası küçük bir yer ve bakacak çok fazla yer yok. Bilinçli yaptığını düşünmüyorum. Ayağıma geldiğini de sanmam, onun tarzı değil. Onun hastanesinde çalışıyorum ben. Kız dedikodularına maruz kaldığım için senin kadar, belki senden bile fazla tanıyorumdur onu.”
  Düşünceli hali kasılmama neden oldu.
“Sana seninle ilgili birkaç şey söyleyebilir miyim?”
  Benden korktuğunu düşünmeye başladım. Bir şey söylemeden önce benden onay alması içimi burktu. O kadar sert mi davranıyorum?
  “Tabi ki.”
  “Ben tahminde bulunacağım ve sende başını sallayacaksın olur mu?”
  Yanılmıştım. Çocukça olduğunu düşünsem de ona ayak uydurmak geldi içimden. Böyle bir ortamda yapacak daha iyi bir işim yoktu ne de olsa.
  “Tamam.”
  “Hiç sevgilin olmadı.”
  Başımı evet anlamında salladım.
  “Hiç âşık olmadın.”
  “Sevgilisi olmayan birinin âşık olmaması çokta bilinmeyecek bir şey değil.”
  Başını onaylamaz şekilde iki yana salladı.
  “Platonik olarak âşık olabilirdin. Neyse devam edelim. Elbise Yeliz’in ve ilk defa topuklu ayakkabı giyiyorsun.”
  “Daha önce elbiseyi Yeliz’in üzerinde görmüşsündür.”
  “Görmedim. Giydiğini de sanmam. Bunu istersen Yeliz’e sorabilirsin. Ayrıca nasıl anlaşmıştık? Sadece başını sallayacaktın.”
  Başımı salladım.
  “Yüzünde sadece rimel ve ruj var.”
  Görünen köy kılavuz istemez ama başımı salladım.
  “Kırmızı ruj sürmesine direndin.”
  Önce bir süre gözlerine ne oluyor dercesine baktıktan sonra başımı salladım. İşte bu güzel tahmindi.
  “Bu makyaj sayılmaz ama ilk defa makyaj yaptın.”
  “Yanıldın ben yapmadım.”
  Alaya almama kızınca başımı sallayarak onayladım.
  “Buraya Mehmet amca Yeliz’e göz kulak olmanı istediği için geldin.”
  Şaşırdım. Bunu bu kadar kolay tahmin edemezdi.
  “Bunu Fırat mı söyledi?”
  “Sence söyler mi?”
  Sıkıntıyla tüm nefesimi dışarı postaladım. Ben nereden bileyim!
  “Bilmiyorum. Onu tanıdığımı söyleyemem. Ayrıca bu oyundan sıkıldım. Bitirelim.”
  Tüm cesaretini tek nefeste topladı.
  “O bir avcı ve sende ceylansın. El değmemiş, saf, doğal, ışık saçan, bahar kokan bir güzelliğin var ve tatlısın. O ağzı sulanmış bir katil. Senin peşinden gelmeyeceğini biliyor, bu yüzden o senin peşine düştü.”
  Kimden bahsettiği aşikârdı. İsme gerek yoktu. Tüm oyunu bunları söylemek için yapmıştı. Beni yine kızdırmayı başardı. İltifat süsü verdiği hakaretlerine sinirlendim.
  “Çok açık sözlüsün ve eminim bunu benim iyiliğim için söylüyorsun ama gerek yok. Üslubun yanlış ve başlangıç ne olursa olsun arkadaş olmamız mümkün değil.”
  Bir şey söylemesine müsaade etmeden kendi yerime gittim. Söylediklerini kafama takmadan derhal tek tuşla sildim. Bakışlarının üzerimde takılı kalışı olduğum yerde huzursuzlanmama neden oldu. Barın çevresinde tanıdık yoktu. Çantamı aldığım gibi bara gidip oturdum.
  Barmen gülümseyerek önümde bitiverdi.
  “Yanında çerez verebileceğin herhangi bir içkiden istiyorum.”
  Bana sorguya çekercesine baktı.
  “Ne o? Yarın erken kalkmaktan vaz mı geçtin?”
  'Sana ne? Sen işine baksana kardeşim.' İçimden geçirsem de bunları söyleyemezdim. Soluklanıp sakinleştim. Birinin hıncını başkasından çıkarmak olmaz.
  “İçki bahane, o kadar sıkıldım ki kendimi yemeğe vereceğim.”
  Gecenin bunaltan yorgunluğunu azaltmak adına başımı elime yasladım.
  Güldükten sonra bir şey demeden işine koyuldu. Ne olduğunu tam olarak bilmediğim bir bardak içki yanına atıştırmalık çeşitli yiyecekler koydu önüme.
  “Teşekkür ederim.”
  “Sıkıntını alabildiysem ne mutlu bana.”
  Yüzümü tokat yemiş gibi buruşturdum.
  “Bir konuda anlaşalım. Her müşteriye böyle davrandığını biliyor olsam da bu benim hoşuma gitmiyor. Rica etsem bana Fırat’a davrandığın gibi davranabilir misin?”
  Anında “Her müşteriye böyle davranmıyorum ama isteğin benim için emirdir. Afiyet olsun.” dedikten sonra beni yalnız bıraktı.
  Bu gece en azından bir kişiyle anlaşabildiğime sevindim. Nihayet huzurlu yalnızlığıma kavuşmuştum ki tanıdık bir ses her şeyi mahvetti.
  “Biri canını fena sıkmış anlaşılan...”
  Başımı sesin geldiği yere çevirdim. Selim Taşkıran bilmiş bilmiş sırıtarak yüzüme bakıyordu. İçkisi elindeydi. Söylediklerini duymazdan geldim.
  “Bardak boş değil. Mazeretiniz ne?”
  “Bir erkeğin ayağına gidersen ona ümit verirsin.”
  Bu gece yanıma gelen tüm erkekler bana nasihat vermeye kararlıydılar anlaşılan. Sanırım bende bir sorun vardı.
  “O kadar aciz mi görünüyorum.”
  Sertliğim gözlerinde kırıldı.
  “Nahifi tercih ederim.” deyip içkisini bir dikişte içti.
  Sabır diye bağırdım içimden. Meseleyi en aza indirgemek amacıyla Yeliz’in en son olduğu tarafa baktım. Hala aynı yerde yılmadan dans ediyordu. Yeniden önüme dönüp Selim'in yanımda oluşuna aldırmadan keyfimi yerine getirmesi için çerezlerden rastgele bir tanesini ağzıma attım.
  “Alabilir miyim?”
  “Tabi ki.” derken tabağı hafif yana ittim.
  Önümdeki içki bardağını gereksiz bir abartıyla aldı. Kendini en başta doğru ifade etseydi bu kadar çaba sarf etmesine gerek kalmazdı.
  “Böyle bir ortamda başını belaya sokabilir.”
  Zaten içmeyi düşünmüyordum. Ona açıklama yapmak içimden gelmedi.
  “Afiyet olsun.”
  Yeryüzünde yalnız başına yıllanmanın bir getirisi artık herşeyi olduğu şekilde bırakabilmemdi, bende çerezimi yemeye devam ettim.
  “Gaye’yi izlediğini gördüm.”
  Gördüğünü gördüm, biliyorum zaten. Neden şimdi bu konuyu açtın ki?
  “Güzel dans ediyor.”
  “Sen?”
  “Hayatım boyunca hiç dans etmedim.”
  “Hayatın boyunca neler yaptın?”
  Aslında hiçbirşey!
  “Çalıştım.”
  Gerçekten tüm hayatıma ışık tutan bir kelimeydi.
  “Diğer zamanlarda?”
  Selim Taşkıran, konuşmayı ve karşısındakini soru yağmuruna tutmayı seven biriymiş. İlgisizliği hastanede nüksediyor herhalde.
  “Müzik dinlerim. Arkadaşları dinlerim. Film ve belgesel izlerim. Spor müsabakalarını izlerim. Sadece futbol değil ama hepsini. Yemek yerim. Kitap okurum.”
  Aklıma gelenleri tartmadan, toparlamadan söyledim.
  “Neden buradasın?”
  Çok meraklı biri olduğundan mı bu soruları soruyordu? Altında bir ard niyet aramamın zamanı geldi mi?
  “Önce siz söyleyin, neden buradasınız?”
  “İçki ve eğlence için.”
  Bunu pat diye yüzüme söylemesini garipsedim. Azıcık düşününce boşuna garipsediğimi fark ettim, sonuçta burası bunun için vardı.
  “Benim ki özel bir mesele...”
  Her şeyi söyleyecek değildim. Her şeyimi bilmesine gerekte yoktu.
  “Kime âşıksın?”
  Söylediğiyle, uzaydan gelmiş gibi yüzüne baktım.
  “Aşk mı? O da ne?”
  Yüzünde kalıplaşmış ifadesizliğini korudu.
  “Buraya Fırat’la gelmişsin.”
  Şimdi tek kelimeyle şaşırdım işte.
  “Yalnız eksik istihbarat, Yeliz ve Fırat’la geldim.”
  “Onlar kardeşler!”
  Herkes tarafından bilinen ve kabul gören bir gerçek!
  “Biz kardeşiz, ablalarıyım.”
  Sadece kan bağı açısından tabi…
  Bardağı dudaklarıyla buluşturmasını, zaman geçsin diye izledim. Sohbetin geldiği kısım sayesinde benim iştahım kapanmıştı. Barmene hesabı kapatıp gitmek, bu noktada yapılacak en makul davranıştı.
  “Kemal.”
  Vakit kaybetmeden “Barmene Kemal diyorsun! Bana Selim Bey!” diye azarladı beni.
  Kemal yanımıza gelince Selim'e cevap vermek yerine çantamdan kredi kartını çıkarıp Kemal'e doğru uzattım.
  “Hesabı alır mısın?”
  Selim elimi tutup “Hesap bende.” dedikten sonra, barmene dönerek “İşinize dönün.” diye emretti.
  “Olmaz. Ben böyle bir şeyi kabul edemem.” dedim ama Kemal çoktan gitmişti. Kemal bunu yazdım bir kenara…
  “Burada içkinin parası alınır, çerezlerin değil. Bana çerez borcun olsun.”
  Ne desem dinlemeyecekti. Yenilgiyi kabul edip kartı çantama koydum.
  “Pekâlâ. Size iyi eğlenceler.” diyerek yanından ayrıldım.
  Yeliz Tuğçe'yle masadaydı, ben yanlarına varınca  konuşmaları sonlandı. Benimle birlikte Fırat'ta geldi.
  “Ben hesabı kapatmaya gidiyorum, siz de yavaşça çıkın.”
  Fırat'ın bara gitmesiyle Yeliz ve Tuğçe sarılarak vedalaştılar. Ardından Yeliz’le birlikte çıkışa doğru yürümeye başladık. Holde Fırat bize yetişti. Araba kapıdaydı. Vale anahtarı Fırat’a uzatmasıyla bahşişini aldı. Önce ben yerime geçtim sonra Yeliz öne oturdu. Fırat arabayı çalıştırınca, zamanı ve nedeni belirsiz sıkılı kalmış sinirlerim gevşedi.
  “Nasıl beğendin mi?”
  Yeliz'in sorusuna beğenmedim diye cevap veremezdim. Bana uygun değil, demekte olmazdı.
  “Değişik bir yer.”
  “Fatih yarın bizi yemeğe davet etti.”
  “Benim işim var Seda’yla gidersiniz.”
  Fırat ve Yeliz'i yarınki programımla ilgili bilgilendirmem şarttı.
  “Ben yarın yirmi dört saat hastanede olacağım. Gelemem.”
  Birbiriyle bakıştılar. İkisi de bir şey söylemedi.
  Trafik açık olduğundan yarım saatte eve vardık.
  Arabadan indiğim gibi “İyi geceler.” diyerek yanlarından ayrıldım ve düşe kalka odama gittim. Yatağıma oturduğumda ayakkabılar ayağıma yapışmış gibiydi. Çıkartırken epey canım yandı. Elbiseyi çıkartıp pijamalarımı giydim. Eşyalarını götürüp, Yeliz’le Fatih hakkında kısa bir konuşma yapmak aklımdan geçti ama gözüm almadı, hem bedenen hem de ruhen bitkindim. Yatağıma uzandım.
  Ne geceydi ama? Kardeşlerimle birlikte eğlenmeye gitmiştim. Selim Taşkıran’la konuşma şerefine nail olmuştum. Uyumak ve bu geceyi sonlandırmak istiyordum. Gözlerimi kapatmamla zihnimi de bu güne kapattım.

sessiz SEDAsızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin