Aylar sonra hala okuyan bir kaç kişi varsa iyi okumlar :)))
Hayatım trajikomik bir Brezilya dizisini andırıyordu. İstemediğiniz kadar acı,bolca kin,bir tutam intikam vardı. Sabah uyanıp evden çıkardınız ve akşama kadar hangi entrikanın içinde kaybolacağınızı bilemezdiniz. Bende bunu yaşıyordum. Bir hastanenin dördüncü katında kız kardeşimin uyanmasını bekliyordum. Beraber şarkı söylediğim,resim yaptığım,aptal danslar ettiğim küçük kız kardeşimin uyanmasını bekliyordum. Hemen yanı başımda oturan Orkun başını ellerinin arasına almış bir Orkun ve yaptıklarından pişman bir Koray vardı. Işıltılı elbisesiyle babamı ve üvey annemi aramak için koşturan bir zamanların nitelikli kötü kraliçe arısı Göksu vardı. Koridorun diğer köşesindeyse biyolojik annem,üvey kardeim ve sarışın bela vardı. Anlayacağınız karmaşık ilişkiler yalnızca pembe dizilerde olmuyordu. Hayatım bir dizi değildi ama Dallas’a rakip olabilirdi. Elbisemin eteklerini toplayıp çıplak ayaklarımın üzerinde dikildiğimde yavaş adımlarla merdivene yöneldim. Hastaneler beni boğuyordu ve bir dakika daha burada kalırsam cinnet geçirecektim.
Hayatım masallarla geçmişti. Yalnız olduğumda başucumda duran masal kitabını ve okurdum.Masallar bana yoldaşlık ederdi. Ben kuleye hapsedilmiş Rapunzel,eline iğne batmış uyuyan güzel,elma yiyip cam tabutta uyuyan ve gerçek aşkın öpücüğünü bekleyen Pamuk Prenses,kurtla savaşan kırmızı başlıklı kızdım. Hepsinin özelliklerini taşırdım. Kendim olabilmek için onlara ihtiyacım vardı. İnsanlara güvenirdim. Onlara inanırdım. Sonunda mutlu olacağımı bilirdim ama şimdi insanlardan korkan Elsa gibi hissediyordum.
Hastanenin boğucu havasından çıkıp ciğerlerime derin bir nefes çektim. Tekilaya ihtiyacım vardı ya da daha ağır bir içkide olurdu. Gerçi içkiyle aram pek iyi değildi ve müthiş hafızam yaptığım salaklıkları unutmamı sağlamıyordu. İlerideki bankta oturmuş sigara içen Demir’i gördüğümde gülümsedim.Birine anlatmaya ihtiyacım vardı ve o oradaydı. Beni teseli etmeyecekti. Büyük ihtimalle umrudna bile olmayacaktı. O sigarasını içecekti bende anlatacaktım. Üşüdüğüm için bana hırkasınıda uzatmayacaktı. Demir nazik ya da centilmen değildi. Kenardan kötü çocuk statüsüne girmiş zengin bir züppeydi. Ayrıca kendi çıkarı için bile olsa bana yardım ediyordu. Ve önemli olanda buydu. Bilirsiniz beyaz atlı prensler öleli çok olmuştu.
Eteğim yerdeki tüm pisliği ardımdan getirirken adımlarımı hızlandırdım ve kendimi soğuk banka bıraktım. Demir sigarasına ara vermeden keyfini sürdürürken bende gözlerimi kapayıp kafamı geriye attım. Yorgundum. Tüm hayatım bir anda karman çorman olmuştu ve korkuyordum. Tüm bunların bir şekilde sonuca bağlanacağını düşünmüştüm ama sanki herşey daha da beter oluyordu. Demir yanımda kıpırdanıp:”Bende senin gibi hissederdim” diye mırldandı. Gözlerimi açmadan:”Nasıl hissederdin?”diye sordum. Demir’in ne yaşadığını bilmiyordum. Hiç sormamıştım. Hiç önemsememiştim. Demir kanunla içli dışlı olmayan ve her insanın içinde barındırdığı kadar kötülük barındıran yalnız,züppe bir çocuktu. Ne yaşadığını bilmiyordum ama donuk bakışlarında anlamsız bir duygu yoğunluğu olduğunu farkındaydım. Demir bir şeylerden nefret ediyordu. Ve bazen sanki benim saçma sapan ailemden nefret ediyormuş gibi hissediyordum. Bir şekilde hep etrafımdaydı ama aslında bir hayaletten ibaretti. Tamamen Nisan’a odaklanmıştı. Kendini sahte kimliklere,çalıntı arabalara ve kimsesiz çocuklarla takıldığı depoya adamıştı. Köprüden atlamış ama ölmemiş gibi görünüyordu ve bu haliyle tıpkı bana benziyordu. Gerçi Demir bazen tamamen ben oluveriyordu. Soruma cevap vermeden önce iç çekip:”Yorgun.” Diye mırıldandı. Sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı. Yorgunluk. Evet bende tam olarak böyle hissediyordum. Yorgundum. İliklerime kadar hemde. Gözlerimi açıp ayağa kalkarken Demir’e bakıp gülümsedim. Arkamı dönüp hastaneye yürümeden önce:”Herkes hayatının bir bölümünde yorgun hisseder.”diye mırıldandım.
Demir’i bırakıp Yağmur’un olduğu odanın katına çıktım. Herkes bıraktığım gibi duruyordu. Bunun haricinde harap olmuş bir babam ve bana ateş püsküren bakışlar atan lanet üvey annem vardı. Beni görüp yanıma gelirken Göksu’nun dudağını ısırarak bize yaklaştığını gördüm. Üvey annem berbat görünüyordu. Sarsılmaz iradesi ve zarafetiyle her zaman göz kamaştıran Reyhan İzgen’in yerinde bambaşka biri duruyor gibiydi. Bu masalda yenmem gereken cadının o olduğuna hiç ihtimal vermemiştim ama şuan beni öylece öldürmek ister gibi yanıma gelirken onun korkmam gereken biri olduğunu hissediyordum.Çocuğunun canı yanmış bir anne canavardan başka bir şey değildi. Yanıma gelip:”Git buradan!”diye tısladığında yere eğdiğim kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Acı çekiyordu. Gerçekten acı çekiyordu. Gözlerinin içine bakıp:”Özür dilerim.”diye fısıldadım. Sesim güçsüz çıkmıştı. Bende oldukça güçsüzdüm zaten. Her an yere yığılabilecek durumdaydım. Üvey annem beni omuzlarımdan tutup:”Hepsi senin yüzünden!”diye bağırdığında birkaç adım gerileyip Göksu’nun yanına geldim. O da benim kadar üzgün görünüyordu. İkimizde yıkılmıştık. Her şey bir anda oluvermişti. Yağmur’un neden düşüp bayıldığını en çok ben merak ediyordum. Neden bayılmadan önce abla dediğini,neden sanki pişmanmış gibi baktığını… Onun için çok korkuyordum ve içimde beni yiyen bir de merak vardı. Biri karnıma bıçaklar saplıyormuş gibi hissediyordum. Berbat durumdaydım. Üvey annemde öyleydi. İlk kez birbirimize karşı savunmasızdık. İlk kez onun açıkça benden nefret ettiğini fark ediyordum ve bende ona acıyordum. Babamın onu asla gerçekten sevmediğini ve evlliklerinin mutlu olmadığını biliyordum. İkimizde berbat birer hayata sahiptik. Üvey annemle aramızda çok fazla ortak nokta vardı. Ben ağlarken üvey annem beni bir kez daha itti ve:”Sen berbat bir insansın!”diye bağırdı. Ellerini saçlarından geçirip sinirle çekerken:”Senin için katil damgası yedi!”diye devam etti.”Sırf sen üzülme diye sana bakan kadının gerçek annen olmadığını söylemedi. Sırf sen mutlu ol diye intihar mektbunda her şeyi anlatan çakma anneni kendisi öldürmüş gibi gösterdi. Sen üzülme diye hastalığını gizledi. Sırf sen kendini ona yardım etmeye mecbur kalmayasın diye hastalığını gizledi!”dedi. Dedikleri gerçeklerdi. Bildiğim doğruların asıdna doğru olmadığını kanıtlayan gerçeklerdi ve ben o konuştukça parçalanıyordum. Bu yaşadıklarım berbattı. Sadece normal bir hayat istiyordum ve her şey yine berbat oluyordu. Ben ağlamaya devam ederken babam üvey annemi benden uzaklaştırdı. Göksu kollarını etrafıma sardı. Sonra Nisan koşarak gelip kollarını onun kollarının üzerine sardı. Acı çekiyordum ve şimdi geride yalnızca eskiden benden nefret eden kuzenim ve bir zamanlar hiç tanımadığım öylesine bir kız kalmıştı.
Yağmur’un hastaneden çıkıp eve gitmesinin üzerinden ki ay geçmişti. Bu iki ayda kendimi otel odasından çıkarmamış ve patlamış mısır yiyip Friends izlemiştim. Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Berbat hissettiğimde hep aynı şeyi yapardım ve genelde işe yardı ama bu kez işe yaramıyordu. İki ay geçmişti ama ben hala berbat hissediyordum. Friedns’e üçüncü kez baştan başladığım şuanda ise kapım gürültüyle çalmıştı. Üzerimde mor renkli polar bir pijama altı,pembe tavşanlı terlikler ve yerleri süpüren kırçıllı bir hırka vardı. Saçlarımı tepede saçma bir topuz yapmıştım ve berbattım. Her yönden berbattım. Ayağa kalkıp kendimi sürükleyerek kapıya ulaştım. Buraya gelebilecek sadece iki kişi vardı onarda Nisan ve Göksu’ydu ama kapıyı açtığımda gördüğüm manzara donup kalmamı sağlamıştı. Yani cidden donmuştum. Demir,Orkun ve Sinan ellerini göğüslerinde bağlamış sağ ayaklarını aynı anda yere vuruyorlardı ev bu halleriyle oldukça komik görünüyorlardı. Friends bu kez gülmemi sağlamamıştı ama üç silahşörler için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Dudaklarımın arasında küçük bir kıkırtı çıktığında üçüde aynı anda içeri kafalarını kaldırmış ve beni süzmüşlerdi. Bu çirkin halimi görüp kaçmalarını umuyordum ama bunun aksine Demir ve Sinan aynı anda kapıdan geçmeye çalışmış ve çıkışıp kalmışlardı. Sinan sinirle:”Çekil”dediğinde Demir dudaklarını kıvırmış ve:”Yok yaa?”demişti. Onlar atışmaya devam ederken Orkun ikisini arkadan itmiş ve yere üst üste düşen Demir ve Sinan’ın üzerinden geçip içeri girmişti. Nihayet Demir ve Sinan toparlandıklarında Odanın ucunda bulunan krem rengi koltuğa dizilmişlerdi. Yatağa oturup tabağın dibinde kalan mısırları ağzıma atarken:”Eeee?”diye mırıldandım. Burada olma nedenlerini merak ediyordum tabi ki. Hatta içimdeki Hazallar kalkıp üçünede aynı anda sarılmamı bağırıyorlardı ama ciddi olmakta kararlıydım. Orkun ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada kapı yeniden çalmıştı. Bu kez kesinlikle Göksu ya da Nisan gelmiş olmalıydı. Ayağa kalkıp kapıya açtığımda karşımda gördüğüm kişi bir öncekilerden daha şaşkınlık vericiydi. Annem yüzünde ışıltılı bir gülümsemeyle karşımda dikiliyordu. “Sen?”diye kekelediğimde “Benim Hazal.”diye cevap verdi:”Annen.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ÇEŞİT PERİ MASALI
Chick-Lit"Bu bir çeşit peri masalıysa cadıyı yendiğim kısma gelebilir miyiz artık?"