Bu bölüm ciddi ciddi her bölümü takip tek bir kişi bile varsa ona gelsin ve tabi vaktini ayıran herkese.Teşekkür ederim. Hepiniz çok özelsiniz. Oy veren ve okuma listelerine ekleyen hepiniz. Bir ara aile hayatı hiç yoluna girmeyecek sanmıştım ama girdi. Sanırım artık daha çok aşk hayatına odaklanacağım. Tekrar teşekkürler..İyi okumalar :))):)
Karşımda duran, ortalama bir giyim tarzı, ortalama kahverengi saçları ve kahverengi gözleri olan kadını baştan aşağı süzdüm ve boğazımda takılı kalmış hıçkırığımı yok sayarak gülümsedim. Alaylı bir ses tonuyla:” Pardon?” diye sordum. Bunca yıldır bir kez bile ortaya çıkmamış olan bir kadının birden karşıma geçip:” Benim, annen.” Demesini hazmetmek kolay değildi. Depresyon ve gerçekler hücrelerime kadar işlemişti. Midem bulanıyordu. Ayrıca içeride beni bekleyen sinir bozucu üç erkek vardı. Rahat rahat depresyona bile giremeyeceğim bir dünyada nasıl mutlu olacaktım ki ben? Annem- ona bu şekilde seslenmek hala tuhaf geliyordu ama başka ne diye seslenebilirdim bilmiyordum.- bana gülümseyip:” Benimle dışarı gelebilirsin sevinirim.” Dedi. Onunla dışarı çıkmak falan istemiyordum, elbette. Daha fazla gerçek beni yerle bir ederdi ve korkuyordum. Yıkılırsam tekrar ayağa kalkacak kadar güçlü müydüm? Yoksa yerin dibinde ölümümü beklerdim? Alaylı ses tonumu yeniden kavrayıp:” Üzgünüm, içeride arkadaşlarım var.” Dedim. Kendimi küçük bir kahkaha atmaya zorladım. Annem karşımda dikilmeye devam ederken:” Anlamadım. ”diye sordu. Eh, anlamıştı aslında. Yüz ifademin her şeyi anlattığına adım gibi emindim. Gerçi artık, adımın Hazal olduğunda bile emin değildim. Biri birden ortaya çıkıp aslında adın Zehra falan diyecek diye korkuyordum. Yani, Zehra olmasa Gül olurdu. Gül olmasa Seval olurdu. Yani kimdim belli falan değildi benim. Yeni kahkaham etrafta yankılanırken başımı hafifçe yana eğdim ve gülümsedim. Elimi şöyle bir etrafta sallayıp:” Anlarsın ya, erkek arkadaşlar, belki bira, belki viski, tekila, limon ve tuz üçlüsü. Biraz eğlenceli, biraz şehvetli bir müzik. Dans.” Diye karşılık verdim. Annemin- bu kadına söylenmesi hala tuhaf bir kelime olduğunu rafa kaldırıyordum- Küçük bir kahkaha atıp:” Tıpkı gençliğime benziyorsun.” Dedi. Gülümsemem yüzümde dondu. Bunu beklemiyordum işte. Bozulduğumu belli etmeden gülümsemeye çalıştım. Oyun mu oynamak istiyordu, oynardık. Alaylı sesim yeniden yerini aldığında:” Öyleyse, keyfinize bakın.”dedim.
Delicesine eğleniyorduk. Annem bir koltukta, Demir, Orkun ve Sinan bir koltukta oturuyordu. Bende yatakta bağdaş kurmuş portakal suyumu yudumluyordum. Hey! Eğlence anlayışı etraftaki insanları gözlemlemek ve iç sesleriyle kavga eden bir kız için bu fazlaydı bile. Her biri bana sanki delirmişim gibi bakıyordu. İşin aslı bende delirdiğimi düşünüyordum. Bu en kötü günüm falan değildi ama kötüydü sonuçta. Tek istediğim biraz dizi izlemek 100 kilo olana dek yemek yemekti. Ve onlar buna izin vermiyordu.
Bardağımın dibinde kalan portakal suyunun son yudumunu kafama diktikten sonra: “Eee…”diye mırıldandım. Bir an önce konuşup gitsinler istiyordum. Annem gülümseyip yan yana oturmuş farklı yerlere bakan üçlüye döndü ve kibarca:” Çocuklar izin verirlerse seninle yalnız başıma biraz konuşmak istiyorum.” Dedi. Sonra bana döndü ve aynı ses tonuyla:” Konuşacak çok şeyimiz var.” dedi. Farklı yerlere bakmakta ısrar eden üçlü odaya girdiklerinden beri ilk kez birbirlerine bakıp kafalarını salladılar. Orkun ciddi bir ses tonuyla:” Biz gidelim. Seninle sonra konuşuruz. “dedi. Gülümseyip:” İyi geceler” dedim. Diğer ikisi çoktan kapıdan çıkmıştı. Eh, Demir ve Sinan aynı taraftaydılar. Duygular pekte önemli değildi onlar için. Nedenden çok sonuca önem veriyorlardı. Orkunsa daha çok centilmen ve kibar olandı. Gerçi onun öyle olması normaldi. O daha çok prensti. Masalın gözdesiydi. Ejderhayı yenerdi, kuleye çıkardı, gerçek aşkın öpücüğünü verirdi, prensesi her zaman kurtarırdı. Onun prens olmasının nedeni daha çok sosyeteydi tabi. Demir sosyeteyle iç içe olan bir serseriydi. Sinan ise tamamen belaydı. Bende çakma prensestim işte. Bir geceliğine prenses oluyordum. Sabahına arabam balkabağına dönüşüyordu.
Oda boşaldığında annem bana gülümseyip:” Her şeyi anlatmak için buradayım Hazal.” Dedi. Daha sonra çantasından bir defter çıkarıp bana uzattı ve:” Bu sana hamileyken yazdığım günlük.” Dedi:” Senin hayatını mahvettiğimi düşündüğünü biliyorum ama o zamanlar senin hayatını kurtarmaya çalışıyordum. Benimle kalsaydın hayatın berbat olacaktı ama bensizde bir anneye sahip olamayacaktın. Bizde babanla bu yolu bulduk. Bunları öğreneceğini hiç düşünmemiştim. Bu ihtimali düşünmek istememiştim. Sana sahip olmak çok güzeldi ve seni doğruduktan sonra başkasının kolların ateslim etmenin canımı ne kadar yaktığını tahmin edemezsin ama hepimiz için doğrusu buydu." Gözlerim her an akmaya başlayacak olan göz yaşlarım yüzünden buğulanırken kalbim durmuş ve beynim işlevini yitirmişti. Hayatım gittikçe daha da berbat oluyordu ve önüne geçip her şeyi durdurabilecek güce sahip değildim. Buruk bir gülümseme dudaklarımda yerini alırken burnumu çekip annemin kahverengi gözlerine baktım:"Sizin için doğrusu buydu. Benim için her biri yalandan ibaret ve artık yalan falan duymak istemiyorum." dedim. Elimle kapıyı gösterirken ekledim:"Şimdi lütfen gidin ve bir daha görüşmeyelim." Annem kapıdan çıkıp gittiğinde hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Berbat hissetmek o kadar da kötü değildi ama güçsüz hissetmekle başa çıkamıyordum.
Depresyon, hıçkırıklar, uyku hapları, tatlılar, çikolatalar ve Friends'le geçen bir depresyon haftasının ardından eşyalarımı toplayıp evime dönmüştüm. Göksu'yla birlikte tuttuğumuz küçük evin temizliğini yapmış ve hiç bir halta yaramayan Göksu'ya homurdanıp durmuştum. Kendime kurduğum yeni hayatta eski hayatımdan sadece Göksu vardı ve o da İzgen soyismine sahip olmadığından önemli değildi. Ayrıca hayatımı yazmaya karar vermiştim. Benim hayatımdan üç yüz sayfalık bir trajedi romanı çıkardı ve Yaprak Dökümünden de bildiğimiz gibi insanlar trajediye bayılıyorlardı. Her şeyi yavaş yavaş yoluna koymaya başlamıştım anlayacağınız. Babam, üvey annem ve Yağmur beni affetmişlerdi. Nisan hala en yakın arkadaşımdı. Koray bazen Göksu'yla evimize geliyordu. Orkun, Demir ve Sinan'ı uzun zamandır görmüyordum. Bir şekilde her şey rayına oturmuştu. Yinede bazen bir parçamı kaybetmiş gibi hissediyordum. Belki de asla tam olarak mutlu olamayacaktım. Yine de umudumu kaybetmiyordum. Hey,unuttunuz mu? Ben bir masal prensesiydim. Umut etmek benim yapı taşımdı.
Günler,haftalar ve aylar sonra yeniden güneşli bir sabaha uyandığımda mutlulukla gülümseyip kahvaltı hazırlamıştım. Daha öncede dediğim gibi Göksu ev işi yapabilecek bir kız değildi. O daha çok kıyafet kombinlemenize ve hangi mağazadan alışveriş edeceğinize yardım ederdi. Masaya yaptığım krepleride koyduktan sonra keyifle gülümseyip Göksu'yu uyandırmak için odasına gittim. Odasının bir kısmı maviydi.Diğer kısmı ise griydi. Mavi duvarın önünde bir masa duruyordu ve üzerinde kağıtlar ve boya kalemleri vardı. Mavi duvardaki mantar panonun üzerinde kendi yaptığı kolajlar vardı. Göksu sadececanı sıkıldığında bir şeyler çizen yaratıcı biriydi ama onunla gerçekten yakın değilseniz onun hakkında hiç bir halt öğrenemezdiniz. Koşarak yatağa atlayıp Göksu'nun kulağının dibinde bağırdım:"Günaydın,günışığı!" Göksu homurdanarak ve biraz da kıkırdayarak yataktan kalkarken bende mutfağa doğru koşmuştum. Yeni hayatım tamamen gülücükler üzerine kuruluydu. Tıpkı annem- manevi annem- ölmeden önce olduğu gibi...
Göksu'yla yaptığımız neşeli kahvaltının ardından uzun zamandır yapmadığım bir şey yapıp sahile gitmiştim. Buna ihtiyacım vardı. İşin açıkcası herşey burada başlamıştı ve buraya gelmekten biraz korkuyordum. Yine de burnum denizin tuzlu kokusuyla dolduğunda gülümsedim ve adımlarımı yavaşlatıp yerdeki kareleri saymaya başladım. Tıpkı küçükken yaptığım gibi... Bir.İki.Üç.Dört.Beş.Altı.Yedi.Sekiz.Dokuz.Ve AH! KAFAM! Hey! Bu sahne tanıdıktı. Kafamı çarptığım sert göğüsten kaldırıp bana neşeyle bakan kahverengi gözlere odaklandım. Bu bir dejavu ya da geçmişe dönüş falan mıydı? Bana sevimli bir gülümsemeyle bakan Orkun'a gözleirmi dikip:"Bu gerçek olamaz."dedim. Orkun gülüp:"Bu noktada senden özür dileyip kayalara oturmanı sağlamam gerekiyordu."diye mırldandı. Bu haline küçük bir kahkaha atıp:"Bu kez ağlamam."diye karşılık verdim. Kafasını kaldırıp:"Daha iyi."dedi ve beni kayalara doğru çekip özenle oturttu. Sonra koşarak karşıda ki pamuk şeker arabasından iki pamuk şeker satın aldı ve yanıma geri döndü. Pamuk şekeri uzatıp gülümsedi ve:"Al bakalım" dedi. Pamuk şekeri alıp paketini açtım ve pamuk şekerimi yemeye başlarken başımı Orkun'un omzuna yasladım. Aşk hayatımda olması gereken bir şey değildi ama Orkun 'un yanımda olması ve bana güven vermesini seviyordum. Onun hakkındaki bir çok şeyi seviyordum Orkun başımı öpüp,kendi başını benimkine yasladı ve:"Başa dönemeyiz ama yeniden başlarız."dedi. Evet. Belki de cidden cadıyı yendiğim kısma gelmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ÇEŞİT PERİ MASALI
Chick-Lit"Bu bir çeşit peri masalıysa cadıyı yendiğim kısma gelebilir miyiz artık?"