DÜZENLENDİ!
~
Matkapla göğsünün tam ortasından açılmış bir pencere düşün. Perdeyi aralayıp, kendi yarandan bakıyorsun Dünya'ya. Artık eskisi gibi acıtmıyor ama çok yoruyor.Okuduğum kitaplarda ya da izlediğim bir filimde 'acı hissedilmeyi ister' denildiğini duymuştum.Doğruydu eğer umursarsan tek hissettiğin acı haline geliyor. Ama ben umursamayı bırakalı çok olmuştu ve ben artık yorulma aşamasındaydım,sanırım. Tanrım! Beklide tükenmiştim.
Kimse farkında değil ama kendi içimde,düşüncelerimde boğuluyorum çokçası. Şirkette oturmuş, karşımdaki duvarda tek bir noktaya saatlerdir bakıyorum. Gözümü bile kırpmadan , düşünüyorum sadece düşünüyorum. Bu işte ustayımdır.
Kendi eziyetime bir son verip, bakışlarımı saatlerdir baktığım duvardan alıp dışarıya bakmaya başladım. Bu manzara, insanların karıncalar gibi görünmesi ve ucu bucağı olmayan gökyüzü duvardan daha iyiydi. Gökyüzü bugünde maviydi , içimdeki siyahlığa rağmen.
Sabah Volkan ağabey aramış ve bakmam gereken evraklardan bahsetmişti. Ayrıca uzun zamandır şirkete doğru düzgün uğramadığımdan gitmeye karar vermiştim. O yüzden odamda oturmuş sıkıcı evrakların gelmesini bekliyorum.
Odamın sıkıcı ve boğucu havası tekrar derin bir nefes almaya itti beni. Buraya geldiğimden beri aldığım derin nefeslerin haddi hesabı yoktu.
Siyah deri kaplı, tekerlekli koltuğumsa oldukça rahattı. Önümdeki beyaz camdan oluşan ve oldukça gösterişli masa bende göz devirme isteği uyandırıyordu ama kendimi tutup, gözlerimi devirmedim. Arkamdaki duvar siyah bir duvar kağıdıyla kaplıydı. Üzerine de benim bir fotoğrafım asılıydı. Fotoğraf ise siyah beyazdı ve bu yüzden güzel çıkmıştım.
Önümdeki masaya çevirdim gözlerimi, Serenay'ın ve benim bir fotoğrafımız vardı, cam çerçevenin içinde. Onun yanında duran ondan biraz daha büyük çerçevede Serdar, Ekin ,Sara, Serenay ve benim olduğum toplu bir fotoğraf vardı.
Güzeldi. Yanımda olan kişiler baş köşemdeydi.
Dirseğimi masaya dayadım ve gözlerimi sıkıca yumdum. Kapının tok ve kalın sesi karanlığımın içine yıldırım gibi düştüğünde hemen gözlerimi araladım.
"Girin!" diye seslendim, gözlerim odanın içindeki aydınlığa alışırken.
Kapı aralandı ve takım elbisesi içinde oldukça yakışıklı duran Volkan ağabey girdi içeriye. Yüzünde her zamankinden farklı olmayan bir gülümseme vardı ve bana ne kadar somurtkan biri olduğumu hatırlatıyordu.
"Nasılsın bakalım?"dedi elinde tutuğu ve buradan bile itici duran mavi dosyayı bana uzatırken.
Elindeki dosyaya uzandım ve beyaz masama bırakıp derin bir nefes koydum ortaya, yeniden. Gözlerim dosyadaki yazıları bir çırpıda tararken elime bir kalem geçirdim.Birkaç yere gördüğüme dair değişik bir şekil çizdim. On sekiz yaşımdan küçük olduğum için şirketin imza yetkisi henüz bende değildi. Dosyalara sadece bakıyordum, neler olup bittiğini takip etmek için.
İmzalayan babamdı, şimdilik.
Dosyayı Volkan ağabeye uzattım ve ""Nefes alıp veriyorum işte, o kadar.Ya sen ?" diye yanıtladım onu.
"Aynı." Sesi kısık çıkmıştı.
Dosyalara baktığım halde odamdan çıkmayan Volkan ağabeyin, bir şey söyleyecek ama söyleyemiyor gibi bir hali vardı. Alt dudağımı ısırdım ve masanın altında kalan ayaklarımdan, topuklu ayakkabıları çıkarttım. Bunlar ayağımı vuruyordu. Kıyafetime de bir tek bunlar uyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefes
ChickLitSiyahtı düşüncelerim. Siyahtı umutsuzluğum, duygularım, bitmişliğim. Siyahtı çığlıklarla dans eden kırgın ruhum. Onca kırıklığın arasında siyah ve sarhoş bir melekti, aşk. Kurtarabilecek miydi beni? Kaybetmiş ve pes etmiş bir ruhu adam edebilecek...