-4-

889 85 15
                                    

DÜZENLENDİ!

~

Yaşamak neydi?

Belki de ilk önce bunu kafamda cevaplandırmalı ve soru işaretlerimin bir kısmını yok etmeye buradan başlamalıydım. Yaşamak, on yaşında annesinin arkasında yaşlı gözlere bakan Dolunay'a göre ağır ve oldukça sert bir tanımdı. Sara'nın dediğine göreyse içimde bir yerlerde hala hayatta kalan çocuksu Dolunay -ki eğer varsa yaşamamayı kesinlikle nefes alarak geçirilen günler olarak tanımlamazdı. Bir yerlerden duyduğum fakat beynimin bir kısmında takılı kalmış bir cümle oluştu, gözlerimin önde.

Gün geliyor yaşamamanın, ölmekten daha zor olduğunu öğreniyor insan.

"Kes şunu Dolunay!", "Kendine acı vermeyi kes!" , "Yapabileceğin daha yaralı şeyler bulmalısın."

Azarlayıcı cümlelerimle kendime geldim ve on sekizinci doğum günüme odaklanmayı seçtim. Şu her kızın ailesine sinirlendiğinde bağıra bağıra 'on sekiz olduğumda çekip gideceğim' cümlesindeki yaştan bahsediyorum. Benim içinse hiçbir halt ifade etmeyen birbirinden farklı iki rakam.

Eğer her genç kız gibi olsaydım,sevinirdim hatta mutluluğu dibine kadar yaşardım ama sorunda buydu boştum. Sanki tüm enerjim hortumla çekilmişti ve geriye yorgunluğu kalmıştı. Belki de içimdeki kapanmayacak büyüklükteki yaranın bıraktığı bir etkiydi bu. Hissetmeyeli uzun zaman olmuştu ve buna rağmen Dünya dönmeye devam ediyordu.

'Şuralarda bir yerlerde acısından ölmek üzere olan bir Dolunay varken dönemem.' Diyen bir Dünya hayal etsenize ne kadar da komik. Tabi bunun için önce saygıdeğer Dünya'mızın konuşması gerekirdi. Bir keresinde Dünya adında bir arkadaşım olmuştu ve inanamazsınız ama o konuşuyordu. Ah tanrım! Saçmalamayı kesmeliyim.

Yatağıma otmuş ve her zamanki gibi geç kalan Sara'yı bekliyorum. Bana saçma gelen bavul hazırlama işi, bayan Sara'ya göre kesinlikle yapmamamız gereken bir şeydi ,bu konu hakkında o suratıma telefonu kapattıktan sonra milyon tane konuşma yapmıştık ve saçmalayın tabi ki Sara haklı çıkmıştı. Gideceğimiz yer her neyse -onu bile bilmiyorum- Sara ilk iş olarak beni bir alışveriş merkezine atacaktı ve kendisi 'oha', 'yeminle hayal ettiğim gibi.', 'renge bak, al beni diye şarkı yazmış.' Gibi klasik konuşmalarını yaparak gözlerimi devirmemi sağlayacak ve sonra da aldıklarımızı giymekten, bavul içindeki kıyafetleri giymeye sıra gelmeyecekti, adım gibi eminim.

Aceleci adımlar,sağa sola sürtünen tanıdık poşet hışırtıları ve bunlara karışan Sara'nın sinirli, titrek sesi...

"Dolunay!"

"Evet?"

Nefes nefese odama girdiği gibi kapıyı sertçe kapattı ve kapıya dayanıp gözlerini sıkıca yumdu. Derin bir nefes aldı ve elindeki gümüş renk poşetleri, kalp şeklini andıran yatağıma bıraktı. O Bunları yaparken bende bağdaş kurduğum bacaklarımı aşağı indirip tek kolumla yataktan destek almıştım. Ceketini çıkardığı anda bakışları beni ve 'ne oldu?' adlı bakışlarımı fark edip konuşmaya başladı, geç kalan Sara.

"Ne? Ne var? Saçım mı bozulmuş?" Gözlerimi devirdim ve kafamı hayır anlamında salladım.

"Neden birinden kaçıyormuş gibi daldın odama?" Düz saçımın bir kısmını kulağımın arkasına almadan hemen önce,sıkılmış sesimle sormuştum.

"Avni amcanın köpeğini bir kere bağlı görsem, yeşil renk giyip 'ben somurtkan bir Dolunay'ım' diye dolaşacağım ortalarda."

Yanaklarımı şişirdim ve seslice ofladım. Sara hayvanlardan ölesiye korkardı, köpek,kuş,kedi... Aklınıza gelebilecek tüm hayvanlar. Fazla çılgınca ve saçmaydı, yani bana göre. Sara'ya göreyse bir kedi sizi tırmalayabilir,bir köpek bacağınızı kopartabilir, bir kuş ise gagasıyla saçınızı bozabilirdi. Ve tüm bu çılgınca düşüncelerin dışında kalan karşı komşumuz Avni amca, sanki Sara'nın geldiğini hissedebilme yeteneğine sahipmiş gibi o ne zaman gelse köpeğini salardı.

Nefes Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin