22.BölümEcel'in Bakış Açısı
Dar koridorda ilerlerken yer yer çizilmiş ahşap parke topuklarımın altında dövülüyordu. Hol uzun ve karanlıktı. Üç metre önümdeki kapalı kapının, üzerine montelenmiş lambadan başka aydınlatıcı yoktu. Japon fenerine benzeyen, kare şeklindeki beyaz ışık yayan lamba hedefin üstüne çizilmiş kırmızı nokta gibiydi. Kapıyı açacak ve tılsımı verip, Rick'i alacaktım. Derin planlar kurmanın gereği yoktu, varsa da zihnim başaramayacak kadar yılgındı.
Bacaklarımı saran hakiki derinin verdiği rahatlık batıyordu. Angela'nın kıyafetlerinden ödünç alınmaması gerektiğini biliyordum. Tehlikeyi önceden görmüş olmakla beraber ne param vardı ne de zamanım. Rastgele bir mağazaya girip, alışveriş edebilecek param yoktu, Wesley'e de gidemezdim. Değiş tokuştan önce ufacık bir aksiliğe bile mahal veremezdim. Tılsım evde çıkmasa da Miley bir an evvel benden kurtulmak için her yeri görebilme yeteneğini yürürlüğe koyup madalyonu ellerime teslim etmiş, bu arada Angela bana giyecek ve yiyecek zımbırtılar ayarlayacağına dair söz vermişti. Zımbırtı?
Koridorda duraksayıp, baştan aşağı kendime baktım. Burberry marka ince hafif topuklu çizmeler siyah deri çizmeler, siyah deri bir pantolon, ki Angela kadar minyon olmadığımda kumaş tamamen bacaklarımı ve kalçalarımı sarmış vaziyetteydi. Chanel'den beyaz votko bir palto ve yine Burberry bir el çantası... Tüm bunlara zımbırtı dediğimi bilse Asya beni öldürürdü. Yine de, ne kadar pahalıysa pahalı; zımbırtı zımbırtıdır. Üzerinde C&D markası nakşedilmiş Christian Dior şeffaf beyaz şemsiyemi ulaştığım kapının krişine dayadım. Lex neden eski bürosunu buluşma noktası seçmişti? Tahmin edemiyordum. Belki de çok kısa bir süre önce terk edildiğinden henüz kimsenin büroyu güvenli bulmayacağını bildiğindendi. Hiçbir insan, korunamayacağı herkes tarafından öğrenilmiş karargahın bir daha kullanılacağını akıl edemeyebilirdi. Ah, bilmiyordum. Çift kanatlı kapının, iki tokmağını da tutarak içeriye daldım. Hatırladığım kadarıyla bürodan kabul odasına açılan bir kapı daha vardı. İkinci oda, daha büyüktü. Büro ise adına yaraşır tam bir çalışma gözüydü. Etrafa göz gezdirirken, hiçbir şeyin değişmediğini fark edip şaşırdım. Çalışma masasının sağ köşesindeki kalemliğin duruş hizası bile aynıydı. Sahibinden terk. Hiç kullanılmamış. Güvenli. Tahmin ettiğim gibi. Tahmin edilmez.
"Demek geldin!"
Kabul odasına açılan kapı aralandığında omuzumun üstünden başımı döndürmemle tanıdık sesi duymuştum.
"Sen." dedim hafif bir tınıyla.
Anlam yükleyemeyerek çenemi dikleştirdim ve tüm vücudumu ona çevirdim. Kendimi toplar toplamaz ağzımı kapatırken kaşlarım alışıla gelmişlikle çatıldı.
"Seninle işim yoktu."
Kelimeleri o kadar süratle telaffuz ediyordum ki ben bile neredeyse artık Amerikalı olduğumu düşünürdüm.
"Demek ki birimizin hala birimizle işi varmış."
🐊
Rick'in Bakış Açısından
Alex, konuşacak gibi dururken, sendeleyerek duvara dayandığında, Sindy de en az benim kadar şaşkındı.
"Bir de benim gözümden görsen..." diye, mırıldandım.
Yardımcısının bakışından dengesini kaybedip, tutacak bir dal arayan adamken, benim keskin penceremden bakıldığında Lex'in teni git gide morarıyordu. Az evvel sakinliğini koruyabildiği için kıskandığım soluk alışverişi birbirine girmişken ben, kalp krizi geçirmesine dakikalar kalmış bir insanın çırpınışlarını izliyordum. Sindy, burada olduğumu yeni hatırlamış gibi şimşek hızıyla suçlayıcı bakışlarını çevirdi."Ne yaptın ona?"
İncecik sesi, tısladığında bir kedinin tizliğine ulaştı ulaşacaktı. Altın çocuk umurumda değildi açıkçası.
"Çöz beni."
Alex'in homurtusuyla beni duymazdan gelip, ona dönen kız kendisine söyleneni yapıp odadan koşarak çıktı. Kısa sürede grup kurabileceğiniz kadar avcı etrafa doluşurken liderlerinin fenalaşan bedenini odasına taşıyorlardı. İnsanlar o kadar paniklemişti ki, biri bile bağlandığım kilerin kapısını kilitlemeyi düşünemeden oraya buraya koşturarak, odalar arası mekik dokuyorlardı.. Beş dakika öncesine kadar sarsılmaz duran altın çocuk, neredeyse bir dakika içinde komalık olmuştu. Öyle bir zamana denk gelmişti ki, planlansa bu kadar muazzam ancak gelişebilirdi.
" Lanet olsun! " diyerek sıçradım yerimde.
Elbette planlamıştı! Ağını, milim milim ören bir örümcek gibi dikkatle işlemiş her iplikçiği birbirine itinayla bağlamıştı. Bunu resmin bir parçasına bakıp da göremezdiniz, şimdi bütününe bakarken yapboz parçaları tamamlanıyor, resmi çözüyordum.
Baştan beri Timsah'ın izindeydi.
Altın çocuk öldüğünde örgütün ona kalacağını sanıyorken Ecel'in sağ kolluğa terfi etmesini öğrenmesiyle bizi yakalatmıştı. Ecel'in her daim yanında olacağımı anladığından önce beni yakalattı ama Lex de en az benim kadar üzerine titriyordu Ecel'in. Geç de olsa fark ettiğinde Alex'i de savunmasız hale getirerek, kendi kuyusuna düşürmüştü. Böylece bir taşla iki kuş vurdu hain köpek. Beni yakalattı ve Ecel'in rütbesini ihanet suçuyla düşürdü. Tılsımı da Ecel'i de Timsah'ı da almayı hedefliyordu, en başından beri. Bu kadar insan bunu nasıl göremiyordu! Tek başına hayallerine kavuşmasının imkanı yoktu, kesinlikle Timsah'ın içinde kendisinin iktidara geçmesini destekleyen gizli bir tarikat kurmuş olmalıydı.
Lex'i zehirlemeyi başka türlü beceremezdi.
Ya da bizi ormanda yakalatmayı.
Ya da şu an Ecel'i avına düşürmeyi!
Ecel'i avına düşürmeyi!
Ecel'i !Yaklaşık beş saattir vücuduma hiçbir şey enjekte etmemişlerken, Sindy'nin kilere girme sebeplerinden biri de bana yapacağı iğneydi. Ama Lex'den sonra kızın eli ayağı birbirine dolanmış, her şeyi bırakıp öylece çıkıvermişti. Bina da durum farksızdı; etrafta koca bir curcuna kopuyordu. Onu benden ayıran kişinin Alex olduğunu öğrendiğim günden beri altın çocuğa karşı konulmaz bir kıskançlığa bulanmış derin bir öfke duyduğum doğruydu. Yine de birkaç metre ilerde, ölümle pençeleşirken beni bu kadar mutlu edeceğini aklımdan geçiremezdim. Çünkü kimsenin ruhu dahi duymadan buradan çıkabilmem için ellime fırsatı kendi avuçlarıyla bırakmıştı.
Kanımın temizlendiğini iliklerimde hissediyordum. Hakkımda bilmedikleri ise özel yeteneğimin daha fazla güç olmasıydı. Verilmesi gerekenin iki katını kullansalar bedenim hala pelte olabilirdi oysa ben iyiydim, gözlerimin önündeki sis bulutu dağılmaya yüz tutuyordu. Odaklanarak, günlerdir biriktirdiğim efora ulaşmaya çalıştım. Üç gündür hareketsiz yatmanın bir ödülü olmalıydı, değil mi? Boş yere, dayak yerken kuzuların sessizliğini oynamamıştım.
Dışardaki karmaşadan duyulan seslere kulaklarımı tıkayıp Andy'e hissettiğim yabani duyguların açığa çıkmasına fırsat verdim. Pazılarımı sarmalayan zincir halkaları kırılırken destekleyip, öne eğik; hareketsizlikten neredeyse uyuşmuş omuzlarımı tamamen gerdim.Açık kapının dibinde, sindiğim ışık almayan karanlık duvardan gelip geçenleri sabırsızca seyrederken oksijen tüpüyle elektro şok masasını peş peşe itekleyen üç adamı seçtiğimde durumunun ciddiyetini kavrıyordum, endişelenmekte haklıydılar. Ensemi elime götürüp, üşüşmüş kalabalığa son kez göz gezdirdim. Alex saygı duyulacak biri olsaydı, yardıma ihtiyacı olan bir kızı kendi çıkarları için kullanıp onu özel silahına çevirmeye kalkmazdı. Çakışan düşüncelerim arasında insanlardan daha hızlı fakat lanetlilerden daha yavaş adımlarla koridorları arşınlamaya başladım. Gücümün tamamına bir an evvel ulaşmayı umarken, üst kattan işittiğim pürüzlü soluklar Alex'in son nefesi miydi bilmiyordum. Son nefesi olmasını istiyor muydum sahiden onu da bilmiyordum ama bildiğim tek şey, Andy'nin son nefesini kendi ellerimde söndürmek için yanıp tutuştuğumdu.
Not: Aylar sonra buradayım, Alavan'da finale az kaldı! Beş bölüm belki de daha az bir zaman sonra final yapıyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Auxılıum Serisi II; Alavan
VampirAlavan'ı öldürmüştü. Alavan'ın sağ kolunu öldürmüştü. Bir gerçeği fark etti, varislerden biri hala yaşıyordu. Kendisi, yaşıyordu. Dünyadaki tek Praesidio, Artık Alavan. Uğruna kaybedeceklerimiz bizi esir yapar, kaybettiklerimiz özgür kılarken. Pek...