Davanın diğerini takip eden ikinci celsesi başladığında hareketlilik aynı düzeydeydi. Ancak davacı tarafın huzursuzluğu gittikçe kendini sergileyen bir hâl alıyordu, şüphesiz.
Erza bu işi ileriye götüreceklerinin farkındaydı. Üstelik hâlâ kullanılmamış bir kozlarının olduğunu biliyordu. Jellal ile gittikleri yemekte görsel kanıtlar ortaya atacaklarını net bir şekilde anlamışlardı. Bunu düşününce gittikçe iyi hissettiğini algıladı. Çünkü biliyordu ki bu koz aslında onların değil kendisinindi.
Jellal eski hâline kıyasla çok daha rahat bir şekilde sandalyesinde diklendi. Ellerini masanın üstünde birleştirip sabırsız hâlini belli eder şekilde dudaklarını ıslattı. Soğuk ve dikkatli duran bakışlarla tartışmayı takip ediyor, gözü tanık koltuğunda bulunmuş olan meslektaşlarına gidip geliyordu.
Şu ana kadar çağrılan tüm tanıkların ifadeleri oldukça benzerdi. Karşı tarafın adeta ifadelerini silaha dönüştürmek için çağırdıkları birkaç tanık ise Erza'nın savunma engeline takılıp kalıyordu. Tanıklara sorulan sorularda hemen bir açık yakalıyor, bu açığı kullanarak soruyu düşürüyordu. Öyle ki şu ana kadar yaptığı tüm itirazları kabul ettirebilmişti. Böylece Jellal Fernandes'e yöneltilen hiçbir iddiayı destekleyecek bir şey ortaya konamadı.
Ancak aksini kanıtlayacak nitelikte malzeme verdikleri de söylenemezdi. Jellal ise son tanık çıktığında bu konuda oldukça rahattı.
Erza'nın gözleri de tanık koltuğuna oturan siyah elbiseli, sarı saçlarını hemen ensesinin altında topuz yapmış olan bu kadını izliyordu. Onunla ilk tanıştığı zamanı hatırlamış ve "İlk gördüğüm zamana göre çok ciddi." diye içinden geçirmişti. Jellal'e oldukça yakın tavırları dikkatini çeken ilk şeydi, o kesin. Hastahaneden Jellal'i kaçırdığında tekrar odaya girmelerine yardım etmesini de unutmamak gerek. Yine de içindeki ses, onu ilk günden beri sevmediğini dile getirmeyi bırakmıyordu. Gözlerini ondan ayırmadan Jellal'e doğru fısıldadı:
"Hemşiren Olivia bizi destekler değil mi?"
Jellal bir süre cevap vermedi. O da bakışlarını tanık kürsüsünden çekmeden "Hangi konuda?" diye mırıldandı. Sesinde imalı bir ton. Erza, bu soruyla duraksamış, gözleriyle Olivia adlı kadının tanık kürsüsüne çıkmasını izlerken "Anlaşılmayacak ne var bunda?" demişti kendi kendine. Olivia'nın tanıklığı işlerine yarar ve onların lehine ifade verir mi diye sormuştu işte. Sonuçta Jellal onu çok daha iyi tanıyordu.
Bu anlamamazlığına karşılık, dalga geçercesine "Ciddi misin?" dedi safir saçlıya.Jellal elini çenesine götürmüştü. Sesindeki oyun oynar tını, havayla karışık çıkıyordu dudaklarından. "Bizi deyince... Ne bileyim. Birlikteliğimiz konusunda sorduysan eğer bana olan takıntısından endişelenme. Destekleyeceğine eminim."
Erza, bu sefer dayanamayıp hayretle başını ona çeviren oldu. Kendine bakmayan gökyüzü mavisi gözlerin çapkın bir göz kırpış gibi kısılıp açıldığını, düzgün dudakların bir hilal çizerek muzipçe kıvrıldığını görünce "Konuyu nereye çektiğine bak." dedi içinden. "Şu anda bile flört mü ediyor yani?" Bunu yapmayı hiç bırakmayacağına emindi artık. Hızla başını geri çevirdi ve Jellal Fernandes'in dalga geçercesine imâlı ses tonunu dinlemekle yetindi,
"Bizi deyişin hoşuma gitti bu arada."
Kızıl saçlı kadın elini alnına götürdü bu sözlerle. Derin bir nefes aldı. Sabırlar çekiyordu mırıldanarak. Yine de Jellal'in gerginliğinin biraz olsun azaldığını hissederek iyi hissetti. Bekle, onunla tanıştığı gün yaptığı bu hareketler delirmesine sebep olurken şimdi iyi hissetmesine mi yol açıyordu? "Evet." dedi içinden. "Fena delirdim. Delirdim. Kesin. Çok fena."