"Erza nerede?"Jellal, aniden yanındaki boş sandalyeyi algıladı. Sonrasında o sandalyenin önünde duran dolu kadehi. "Ne zaman... Nereye?" diye sorguladı zihninde. Erza içki servisi sırasında gitmiş olmalıydı. Kendine kızdı, onu nasıl takip edememişti ki?
Kimseyi meraklandırmadan ayağa kaktı. "Ben bakayım. Buralardadır." dedi hızla. Oradan uzaklaşıp ilerlediğinde, etrafa göz gezdirdi. Ancak gözlerinin o kızıl saçları yakalayamaması imkansızdı. Habis duygular çökmeye başladı bedenine. Bir süredir ortalıkta olmayan tehlikenin yeniden üzerlerine bulaşmış olabileceğini düşündü. Tüm yaşananlardan sonra garip bir sessizlik işlemişti birleşen hayatlarına. Olabilir miydi? Belki de haberleri bile olmadan...
Susturdu düşüncelerini. Biraz ötedeki küçük lavaboya baktı ve oraya doğru ilerledi. Endişesi artarken danslarının ardından kızıl saçlıda fark ettiği o durgun yüz aklına doldu. Hastalanmıştı belki de? Bu düşüncelerle hiç tereddüt etmeden lavaboya adımladı: "Erza?" Kimse yoktu. Sesindeki telaşı gizlemeden seslendi yine. Fakat yanıt almak yerine, Erza'nın bir kabinden çıktığını gördü.Yüz ifadesi tüm olağan gücüyle rahatlarken havayla karışık bir ses "Neyin var?" diye yuvarlanabildi dudaklarından.
Erza sustu. Aynada inceledi kendini. Gözlerini bir iki saniye kapatmış ve elini alnına götürmüştü: "Hastayım biraz." Jellal onun alnındaki teri, solgun yüzüne rağmen kızarmış gözlerine bakıp tahmin yürüttü: "Kustun mu sen?" Genç kadın, hiç gizlemeden onayladı başıyla. Jellal kaşlarını çattı. Onun yüzünü, uzun parmaklarının arasına almıştı, "Birkaç gündür böylesin. Ama ilk defa bu kadar ilerledi değil mi?" Erza dinç gözükmek ister gibi düzeltti postürünü, "Evet, evet ama-" Safir saçlı "Hayır." diye engelledi. Onun sözünü kestiğinde elaya çalan gözlere kenetlenmişti,
"Hayır. Bir itiraz daha istemiyorum. Yarın kesin olarak hastaneye geliyorsun ve tahlillerini yapıyoruz."
Ellerini genç kadının yüzünden çekip güçlü bir duruşla tekrarladı dediğini. Erza ise inandırıcı olmayan bir onaylama yaptı ve dışarı çıkmaya yeltendi. Cevap veremeyecek kadar yorgundu. Midesi yanıyor, başı dönerken bedenini bir duvardan bile destek alabilecek hâle muhtaç görüyordu.
Ancak kapıyı açtığı anda, bir kuvvet onu sertçe geri kapattı.
"Bana söylemediğin bir şeyler var."
Erza, önüne kapanan kapıya baktı. Stresle dudaklarını birbirine bastırmıştı. Derin bir nefes alarak tazeledi kendini. İyi gözükmek istiyordu, öyle durmalıydı. Hazır hissedince arkasına döndü ve onu izleyen genç adamın bakışlarını yumuşatmaya çalıştı: "Unuttun mu? Gelinin kız kardeşiyim ben. Mira beni göremezse çıldıracaktır."
Jellal hâlâ tepkisizdi. Erza'nın konuyu değiştirme çabasını savurarak "Önce sorununu anlatmaya ne dersin?" dedi. Ona doğru adımlamış, kızıl saçlı kadın ise aralarındaki mesafeyi korumak için bir adım geri çekilmişti.
Bu hamleyle sırtını ahşap kapıya temas eder hâlde buldu. Dip dibe duran bedenleri, kalp atışlarını deli gibi hızlandırıyor; alanın darlığı başının dönüşüyle birleştiğinde, gözleri kararıyordu. Yutkundu. Söylediklerinin de işe yaramadığını hissedince tekrar kapının kolunu ittirmeye uğraştı.
Jellal onu durdurdu bir kez daha. Erza ise bu sefer hiç dinç gözükmeye çalışmadan iç çekti. "Söyleyeceğim ancak şimdi değil." diye mırıldanmıştı. Fakat önündeki uzun boyu, sırım bedeniyle beliren adam pes etmiyordu.