Adı olmayan

313 42 16
                                    


"Yani çıkıyorsunuz." diye tekrarladı Mira, Erza'nın etrafında ritüel yaparcasına üçüncü kez döndüğünde.



"Son kez söylüyorum-"




Erza, omuzlarından tutarak hareket etmeye çalışan Mira'yı bastırıp düzeltircesine mırıldandı:



"Ad koymadık."



Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirmişti hemen. Mira'nın haftalardır bu konu üzerinde durup onu çıldırtmasına artık dayanamıyordu. Beyaz saçlı kadının hareketleri durulduğunda, bir süre birbirlerine baktılar.



Mira gözlerini düşürdüğünde ise yüzü bayık bir ifade almıştı: "Tabi! Elbette öyle."



Derin derin soludu. Sonra hırsla gözlerini kıstı. Engel olamadığı belliydi: "Annene Jellal'den doğru düzgün bahsetmedin bile!" Erza ızdırap içinde ellerini Mira'nın omzundan çekti. Pes etmişti artık. Onu kendi haline bırakmayı tercih ederken hazırlanmasına devam etti. Ciddiliğini tamamlayan kreme yakın renkte, bir omzunu açık bırakan, dar sayılır elbisesini giyinmişti bu sefer. Düzgün ve iddialı görünüşü ortaya çıkmıştı.




Mira somurtkan ifadesiyle fısır fısır mırıldanıyordu: "Ama annenin Jellal ile aranızda ne olduğunu bilmediğini sanıyorsan fena hâlde yanılıyorsun. O kadın zehir gibi." Dağınık ev hâli ile kendini yatağa bıraktı Mira. Bu aceleye neyin sebep olduğunu bilmeden hazırlanan Erza'yı gözlemliyordu. Bir süredir en iyi dostu, onunla doğru düzgün konuşmuyordu bile. Bu yeterince sinirini bozarken evin içinde bir anda kendisine nedenini söylemeden hazırlanmaya başlaması onu delirtiyordu elbette.




Erza ise küpelerini seçme aşamasına geçerken bir yandan da Mira'yı dinliyordu. Onun dedikleriyle annesi tekrar aklına geldi ve sebepsizce gülümsemekten alıkoyamadı kendini. Irene şehirden ayrılalı iki hafta oluyordu. Aklından artık eski diye adlandırdığı anılarını defalarca geçirmişti bu süreçte,



Bembeyaz ve boş duvarları izledi. Acımasız duran o boş duvarlar bu küçük odayı olduğundan da büyük gösterirken içeri girdiğin andan itibaren domine olan yalnızlık hissini içine kadar işliyordu. Odanın içindeki birkaç eşyadan biri olan sandalyeye oturdu. Önündeki masaya doğru ellerini uzatmıştı.

Çok geçmeden karşısına, beyaz ışık altında cildinin rengi iyice açılıp hastalıklı bir hâl alan kadın getirildiğinde, onu incelememek için uğraştı. Ama her seferinde buna engel olamadığından alışmıştı artık. Neredeydi o iddialı görünüşe sahip, gözlerinde tüm dünyayı karşısına alın kadın? Biliyordu, biraz onunla konuşsa o kadın geri gelecekti ama aylar sonra tekrar onu görmeye geldiğinde karşılaştığı manzara aynısı olacaktı. Kaç ay, kaç yıl geçerse geçsin bu güçten düşmüş kadının annesi olduğuna inanamıyordu. İnanmak istemiyordu işte. O nasıl gözlerinin önünde böyle soluklaşabilirdi ki?

Ellerini dudaklarına doğru götürdü içindeki sesi bastırmak için. Üst dudağı titrediğini duyumsadı, gözleri doldu. Kızıl saçlı, olgun kadın ise bu hareketle önünde oturan kızının ellerini tutup dudaklarından uzaklaştırdı. Kızının ne hissettiğini anladığını görmek zor değil. Nitekim görünüşünün ardından kendini gerçekten hissedebilen tek kişinin kızından başkası olmadığını biliyordu. Aynı onun da kızına yapabildiği gibi.


O elleri kendine doğru yaklaştırıp sıkmıştı. Neredeyse sert bir sıkış bile sayılabilirdi. Yumuşak olmasını kimse bekleyemezdi zaten. Kızını gerçeklerle yüzleştirmeye çalışıyordu belki de. Dudaklarını birbirine bastırıp tebessüm etti: "Sen güçlüsün, Erza."


AvukatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin