Jellal, saatine baktı huzursuzca. Dudaklarını araladığında "Mira'nın yanlış söylemediğine emin misin?" dedi. Ayağı ile arnavut kaldırım arasında dengesiz bir ritim tuturmuş; cebinde olmayan elini, yanındaki kızıl saçlı kadının beline sarmıştı. Zaten akşam vakitleri sakin olan bu sokakta tek bir kişi bile yoktu, ikisi dışında.Erza onayladı hemen. Mira'nın birkaç gün önce onu arayıp yaptığı plandan bahsetmesini hatırlıyordu elbette. Ona uzun ayrıntılar vererek gidecekleri yeri anlatmış, heyecanlı sesiyle şık giyinmelerini eklemeyi de unutmamıştı. Tam bu saatte Laxus ile beraber onları Jellal'in evinin önünden almaları gerekiyordu. "Jellal'in evi" Tabii, artık ikisinin eviydi. Özellikle de Mira için Erza'nın evden ayrılması ne kadar zor olsa da olmuştu artık. Kendisi içinse... Hâlâ bir rüya. Nereden geldiği bilinmez anlık bir esinti kadar şaşırtıcı, asla bitmesini istemeyecek kadar içten.
Safir saçlıyı izliyordu. Yaz havalarına uygun olarak giydiği laciverte kaçan keten pantolonu, kolları kıvrılmış beyaz gömleği, ona gösterişli bir tarza sokan kahverengi kemeri ve saatiyle oldukça şık ama rahattı. "Her zamanki gibi." diye mırıldandı Erza içinden. Yine uyumluydular. Genç adamın renk seçimlerine eşlik eden, üstündeki beyaz ve ince askılı narin elbise kızıl saçlarını ortaya çıkarmıştı. Biçimli omuzlarıyla sırt dekoltesini sırıtmayacak kadar güzel taşıyordu.
Jellal bunu fark eder şekilde Erza'yı süzdüğünde yanağına kısa bir buse bıraktı: "Yanında neredeyse görünmez gibiyim."
Erza güldü. "Bir de onu bana sor." demişti kendi kendine. Genç adamın zekice parlayan gözleri ve hatasız yüzünü incelediğinde mahkum giysilerinin bile ona has, çekici parlaklığını Jellal Fernandes'den koparamayacağını biliyordu.
Jellal aklına gelenle tekrar sırıtmaya başladı o sırada. Erza duraksadı bu tepkiyle. Ondan kaçarcasına bir adım uzaklaşırken tedirginlikle dudaklarını birbirine bastırmıştı: "Hayır, yine aklına geldi değil mi?" Jellal kendini hazırlar gibi dudaklarını ıslattı. Yüzünde oyun oynarmış gibi bir hava.Erza "Hayır, hayır, hayır... Söyleme, yalvarıyorum, lütfen." dedi çaresizce.
Jellal ise Erza'nın aralarında açtığı bir adımı kapattı. Ses tonunu ipeksi hâle getirmişti:
"Bayan Fernandes?"
Topuklularını unutup neredeyse yerinde zıpladı kızıl saçlı kadın. Elleriyle yüzünü kapatıp "Hayır! Hayır.." diye sızlandı. Ağlamaklı sesler çıkarırken kendini atacak bir yer arıyordu. Jellal onun bu tepkisini izledi ve gülüşünü serbest bıraktı. Şüphesiz "Bay Fernandes" olayının onlar için tartışılmaz bir yeri vardı.
"Ben sizin avukatınızım Bay Fernandes, sizi hücrenize tıktıracağım Bay Fernandes!..."
Erza'nın kelimeleriyle oyunu döndürdü, bu eğlencesi sürüp gelirken onu taklit etmekte son derece başarılıydı. Erza bir süre sonra yorulup tekrar sineye çekmeye karar verdiğinde "Kapa çeneni artık." diye mırıldandı. Jellal kayıtsızca onu sinir ederken çaresi olmayan bir şeye bakar gibi gülmeye başlamıştı o da. Dürtüsel gülme isteği, bedenlerini ele geçirdi. Kahkalarla gülmeye başladılar. Sessiz sokağa sevimli bir tad bırakıyorlardı. Jellal sonunda oyununu bitirdiğinde ise sokaktaki hafif gülüş yankıları son buldu.
Erza gülüşünü durdurmak adına bir elini göğsüne doğru bastırıp "Hiç bıkmayacaksın değil mi?" diye fısıldamıştı sözcükleri dudaklarından zorla çıkararak. Soluklandı, huzurlu bir iç çekti. Boş olan sokağı yine sessizlik kaplarken birbirlerine döndüler iyice. Erza mavi gözlerde yansımasını izlerken Jellal de aynısını elaya çalan gözlerde yapıyordu, "Nasıl buraya geldik?" der gibi. Gülüşler sessiz bir tebessüme dönüştü.