Chanyeol, Lou'nun barının arka tarafındaki ağır, çelikten kapısının önünde çoktan dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayı yaktı. Boğucu Ağustos sıcağı suratına tokat gibi çarptı ve aşırı yoğun nem yüzünden her nefes alışta ciğerlerine sıvı çekiyormuş gibi hissetti. Bataklığın sulu havasındansa ciğerlerini kanserojen dumanı çekmeyi yeğlerdi. Otuz iki yıl boyunca Boston'da yaşamış ve her geldiğinde kıştan nefret etmişti. Ama Louisiana'nın boğucu yazını görünce bir kar fırtınasının değerini anlamıştı. İşte böyle zamanlarda soğuk bir birayla uzun gecenin yorgunluğunu atabilmeyi diliyordu. Ama beş uzun yıldır, dudaklarına bir damla bile alkol değmemişti ve böyle de kalacaktı. Cumalar en zor gecelerdi. Chanyeol ve diğer korumalar, o gecelerde maaşlarını tam anlamıyla hak ediyordu. Bu gece dört kavgayı önlemek zorunda kalmıştı ama kendisine, yumruklarını kullanmak zorunda kalmadığı her gecenin onun için bir kazanç olduğunu hatırlattı. Chanyeol'un "sıfır içki" kuralı kadar "sıfır dövüş" kuralı da oldukça katıydı. Eskiden hayatını profesyonel bir kafes dövüşçüsü olarak kazanan, Güney Boston'da yetişmiş asabi bir Asyalı için bu pek de kolay değildi. Beyaz duman bulutunu üflerken toprak park yerinin oradan boğuk konuşma sesleri geldi. Kapının üzerindeki loş ışık, manzarayı çok az aydınlatıyordu. Gölgeli silüetlerden daha fazlası anlaşılmıyordu; ufak tefek ve sarhoş bir müşteriydi.
Daha sonra gözlerini çamaşır suyuyla yıkamasına sebep olacağı bir manzaradan uzak durma isteğiyle sigarasını atıp bara girmek üzere döndü. Tam kapının kolunu kavradığı sırada adamın öfkeyle bağırdığını, ardından da bir itişme sesini duyunca donakaldı. Öfkesini kontrol altında tutmayı kendisine hatırlatarak çifte doğru koşturdu. Neler olduğunu iyice anlayabilecek denli yaklaşınca yumruklarını öyle kuvvetle sıktı ki eklemleri çatırdadı. Olayın Baekhyun'un başına geldiğini anladığında Chanyeol neredeyse öfkeden kuduracaktı. İçgüdüleri kaslarına emir göndererek pislik herife bir Süpermen yumruğu indirmesi için kışkırtıyordu ama beyni, kontrolünü kaybetmeden hemen önce dizginleri eline almayı başardı. Adamı yumruklamak yerine boynundan kavrayıp geri çekti ve kükreyerek yaklaşık iki metre kadar savurdu, adam patırtıyla şekilsiz bir hâlde yere yığılmıştı. "Lanet olsun," diye tısladı dişlerini gıcırdatarak. Chanyeol kımıldamayan köylünün yanına gidip yere çöktü ve nabzını kontrol etti. Düzgün ve güçlü bir şekilde attığını duyunca neredeyse hayal kırıklığına uğradı. Adamı, kendine gelinceye kadar orada kalması için park yerinin kenarına taşıdıktan sonra Baekhyun'u kontrol etmeye gitti. Genç olan hâlâ arabanın yan tarafına vücudunu bastırmış şekilde duruyordu. Ne olduğunu ya da saldırganının nereye kaybolduğunu görmek için bile kafasını çevirmemişti. Aşağılık herifin Baekhyun'a herhangi bir anlamda zarar verip vermediğini kontrol ederek onu baştan aşağı süzdü. Standart siyah pantolonu hâlâ yerindeydi ama dar, beyaz tişörtü belinden çıkmıştı. Herhangi birinin, özellikle de Mullineaux'nün ona bir et parçasıymış gibi dokunmuş olması düşüncesiyle içi allak bullak oldu. Baekhyun, fiziksel anlamda genç bir masumiyete ve doğal bir güzelliğe sahipti ki bu da onu etrafındaki insanlardan tuhaf bir şekilde ayırıyordu. Ama Baekhyun'un gözleri bambaşka bir hikâye anlatıyordu.
Geçmişin gölgesinde olduğu gözlerinden açıkça okunuyordu; bu sebeple de kendilerini Lou'nun yerinde bulan uyumsuzların arasına tam oturuyordu. "Baekie?" Takma adını kullanmaktan nefret ediyordu ama Baekhyun için Chanyeol, çok az tanıdığı herhangi bir iş arkadaşıydı ve bunun böyle kalması gerekiyordu. "Gitti artık. Merak etme."
Hiçbir şey. Kahretsin. Genç olan titriyordu. Chanyeol küçükken beslediği kedi yavrusu Baekie'yi bulduğu zamanı hatırladı. Kedi, titrek minik bir tüy yumağı şeklinde köşeye sinmiş, göremediği şey gerçek olamazmış gibi yüzünü saklamıştı. Eğilip minik kediyi okşadığını, ona fısıldadığını hatırladı; sonunda kedi, kendini güvende hissederek dışarı çıkmıştı. Chanyeol hiçbir zaman mantıklı ve güven verici bir tip olmamıştı. Daha ziyade patlamaya hazır bir barut fıçısı gibiydi. Bu durum ona profesyonel dövüşlerinde fayda sağlamıştı ama kafesin dışında da her zaman önce yumruk atıp sonra sorgulardı. En sonunda bu durum hem kendisinin hem de sevdiklerinin hayatını mahvetmişti. O zamandan beri de bunun tam tersini yapmak için elinden geleni yapıyordu. Öfkesini kontrol etmeyi başarmıştı, şimdi de sakin ve hassas davranmak konusunu bir rezalete dönüşmeyecek seviyede tutmayı umuyordu. Kedi yavrusu Baekie'yi hatırlayan Chanyeol, genç olanın yanına sokularak onu sembolik köşesinden çıkarabilmeyi umdu. Kedisi ile olan isim benzerliği de ağızda sevimli bir tat bırakıyordu. Tereddütle sırtını okşamak üzere elini uzattı. Avcu, genç olanın kürek kemiklerinin arasına değer değmez Baekhyun'un, adeta Şubat ayında Boston limanına yanaşırcasına soluğu kesildi. Hızla arkasına dönüp tısladı: "Bana dokunma."
Onu böyle sırtı arabaya yapışmış, gözleri korkuyla irice açılmış hâlde gören Chanyeol, Mullineaux'nün gırtlağını sıkmak istedi. Birisini, en temel cinsel ihtiyaçlarını karşılamanın dışında kollarına almak isteyeli yıllar olmuştu ama son birkaç aydır kendini Baekhyun'a öylece sarılıp ona ihtiyaç duyduğu rahatlığı sağlamak isterken buluyordu. Şimdi de farklı hissetmiyordu. Ama bu isteği birkaç sebepten ötürü gerçekleştiremezdi ki bunlardan biri de bu çocuğa fazla yakınlaşmak istememesiydi. Bu yüzden ellerini, avuçları dışarı bakacak şekilde kaldırdı.
"Yemin ederim ki sana zarar vermeyeceğim." Bu kalın ses Baekhyun'un kulaklarından içeri süzülerek etrafındaki dünyayı yine netleştirmeye başladı. "Yemin ederim ki sana zarar vermeyeceğim." Zihni, bu Boston aksanının sadece tek bir adama ait olabileceğini fark etti. İçine kapalı kişiliğine rağmen ne zaman bir müşteri açgözlü hatta fazla gıcık davransa -Baek istese de istemese de- hemen onun yanında bitiyordu. Mavi gözleriyle, kalabalık barın karşı tarafından attığı tek bir bakışla ona kendini hem çıplak hem de güvende hissettirebilen bir adamdı bu.
"Yeol?"
"Evet, benim." Rahatlama hissi ayak parmaklarından başlayıp vücudunun üst kısmına doğru yayıldı. "Hey, endişelenmene gerek yok." Chanyeol, ellerini hâlâ güven verici bir şekilde havada tutarak yana çekildi ve görüşünü kapadı. İki parmağıyla kendi gözlerini işaret ederek "Benimle kal kedicik," dedi. Onunla mı kalsın? Ne demek istiyordu? Muhtemelen anlamsız bir cümle için ayılıp bayılmak gibi aptalca bir şey yapmasına fırsat kalmadan son kelimeyi fark etti.
"Kedicik mi?" Yok, olamaz. Gerçek adını mı öğrenmişti? Bunu mu ima ediyordu? Baekhyun ismine mi çağrışım yapıyordu? Ardından kanını donduracak bir düşünce zihninde belirdi. Belki de Sicoli'nin adamlarından biridir. "Neden öyle dedin?" Chanyeol'un ağzının sağ köşesi kıvrıldı. "Dalga mı geçiyorsun? Bir an korkuyla sinmişken hemen ardından tıslayıp tırmık atıyorsun." Oldukça kaslı omzunu silkti. "Kusura bakma, ağzımdan kaçıverdi. Kötü bir şey kastetmemiştim." Baekhyun yine birazcık rahatlayarak cılız bir şekilde gülümsedi. "Sorun değil. Zaten Baekho'dan daha iyi." Adam yavaşça ellerini iki yanına indirip ona doğru ufak bir adım attı. "Adını sevmiyor musun?" Çenesini göğsüne düşürerek dürüstçe, "O isimden nefret ediyorum," dedi. Kötü bir isim falan olduğundan değildi aslında ama kendi adı yerine bu ismi duyunca karşılık vermek zorunda kaldığından ağzında kötü bir tat bırakıyordu. Yere baktığı için Chanyeol'un elinin kendisine doğru uzandığını gördü ve adam onun gözlerine bakmak için bir parmağıyla çenesini kaldırdığında irkilmedi. Aralarında otuz santimden daha az bir mesafe vardı ve böyle yakın olmaları ona adamın ne kadar iri olduğunu hatırlatmıştı. Geniş omuzları ve kaslı göğüsleri, dar beline uyum sağlıyordu. Yeol uzun vücudu ile üzerinde kule gibi yükseliyordu ve yan taraftan gelen kötü ışıklandırma yüzünden yüz hatları keskin çizgiler ve çukurlu gölgelerden oluşuyordu. "Bir soyadın vardır herhalde?"
Baek bir kaşını kaldırdı. "Senin var mı Yeol?" Elbette ki adamın soyadının olduğunu biliyordu. Herkesin bir soyadı vardı. Bu daha ziyade onların bu soyadını kullanmak isteyip istemediğiyle ilgiliydi ve buralarda birçok kişi Madonna ve Cher'in izinden gidiyordu. Dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm oluştu. "O zaman 'kedicik demeye devam edeceğim." Baekhyun midesindeki kelebekleri görmezden gelmeye çalıştı. Herhangi bir adamın -özellikle de o boğuk, hışırtılı sesiyle her konuştuğunda, tüylerini ürperten adamın- ona sevecen bir isim takması fikri yabancıydı ki dudaklarından kısacık, gergin bir kahkaha çıkmasına engel olamadı. Adam, bu tepkisi karşısında başını hafifçe yana eğip bir kaşını merakla kaldırdı. Boğazını temizleyen Baekhyun umursamaz görünmeye çalıştı. "Keyfin hangisini isterse."
"Biraz sakinleşene kadar içeri gelip bir içki içmek ister misin?" Baekhyun bir anda gözleri, kulakları, gangsterleri ve para meselesini hatırladı. Tek istediği o kötü dairesine gitmek, pislik sevgilisi Lenny'nin bol zulasından birkaç bardak Jack Daniel's yuvarlamak ve gerçekliğin son bulduğu sarhoş bir kayıtsızlık noktasına dalmaktı.
"Şey, ha-hayır, eve gitmeliyim," diye kekeledi sonunda arabasının kapısını açıp direksiyonun arkasına geçerken. Yeol kapıyı tutarak Baek'in kapatmasına engel oldu. "İyi olduğuna emin misin?" Hayatı boyunca hissetmediği şeylerin numarasını yapan Baek, dişlerini göstererek gülümsedi. "Kesinlikle."
"Bir dakika, sanırım bir şey düşürdün." Adamın yere eğilip buruşturulmuş bardak altlığını aldığını gördü. "Bu senin mi?" Yeol kâğıdı düzeltirken kalbi yerinden çıkacaktı. "Hayır, benim değil. Tekrar teşekkürler Yeol." Adamın yanıtını beklemeden kapıyı çarptı, arabayı çalıştırdı ve oradan defolup gitti.
![](https://img.wattpad.com/cover/221537546-288-k340872.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kafes dövüşü 2 || chanbaek
Fiksi PenggemarUyarlamadır. Konu birliği için ilk sezonu okumanız gerekmektedir.