「 Park Jimin Senin Olayın Ne ? 」

2.3K 165 51
                                    

James Arthur - Falling Like The Stars

Bir nehir gibi akıyorum bilinmeyen bir okyanusa.

O geceden sonra bir hafta geçmişti ve bay Jeon benden kaçıyordu. Evet, yo yanlış okumadınız bay Jeon benimle göz göze gelmekten bile kaçınıyordu. Bazen kapının önünde bekleyip odasından çıktığını duyar duymaz ben de çıkıyordum ve sanki tesadüfen denk gelmişiz gibi göstermeye çalışsam da beni görmezden geliyor, soru sorsam da cevapları kısa ve net tutuyordu.

Hatta bir keresinde bilerek gece aşağı inip tok olduğum hâlde bir şeyler atıştırdım. Yere çatal düşürdüm ve hatta daha da ileriye gidip bardak bile kırdım ama nafile. Bay Jeon burada sirk kursam onu bile takmayacak bir ruh hâline dönüşmüştü.

Üstelik ortalığı temizlerken parmağımı kesmiştim. Odama girerken o da odasından çıktığında acıyor gibi inlediğimde göz ucuyla bakmamıştı. Sabahında ise kahvaltı yaparken bayan Choi parmağımın iyi olup olmadığını sormuştu. Daha görmeden

Sormaya fırsat bulamadım ki zaten cevap vermezdi. Bay Jeon'un onu azarlamasından sonra bana karşı mesafeli duruyordu.

Bugün pazartesiydi. Okulların başlamasından beri bir hafta geçmişti. Bu bir haftada bay Jeon'u görmek daha da zorlaşmıştı. Önceleri kütüphanenin bulunduğu salonda oturur iş - ekonomi kitapları okurdu ama bilerek orda vakit geçirdiğimde bile gelmiyordu.

Sadece bir keresinde orda olduğuma emin olduğum bir günün sabahında yatağımda uyanmıştım. O gün varlığımın farkında olduğunu anladığım için mutlu olmuştum.

Peki bu çabam nedendi ? İnanın ben de bilmiyorum. Sadece yarım kalmış gibi hissediyorum. Bir şeyler yarımdı. Cevaplar yarımdı. Hâlâ neden bu evde olduğumu öğrenmem lazımdı. Sonra gitmeliydim. Gitmeliydim ama nereye ?

Taemin. Ona ne olmuştu ? Aklımda kalan sadece iki kişinin onu tutuşuydu. Arabanın arka camından bakarken o iki kişiden kurtulmaya çabalıyor bir yandan da gittiğim arabaya bakarak bağırıyordu. Ah, onu duymayı o kadar çok istemiştim ki. Bayan Min'den sonra ilk kez birisi benim için böyle savaşmıştı.

Gömleğimi giyerken düşünüyordum bunları. Yine bir okul sabahıydı. Vücudumda o gecenin izlerini taşıyordum. Hem vücudumda hem ruhumda büyük yaralar açılmıştı.

Bay Jeon'un yıkılışı gözümün önünden gitmiyordu. Çok sağlam sandığınız bir yapının en ufak sarsıntıda devrilmesi gibiydi. Bay Jeon benim için bir dağdı ve bu dağın yerle bir olması kıyamet demekti.

Ama öyle olmadı.

Ben o dağda bir tavşandım. O dağ benim yuvamdı ama kuraktı. O dağda yaşayan tek tavşandım ben. Ne gidebiliyor ne de yaşama tutunabiliyordum.

Kravatımı bağlarken yüzüme baktım. Henüz 17 yaşındaki bir ergendim. Ama hayat beni şimdiden 71 yapmıştı.

Çantamı tek omzuma atıp odamdan çıktığımda bay Jeon zaten evde yoktu. Bay Lee kapımı açtığında tereddüt etmeden bindim.

Araba fobimi neredeyse yenmiş bulunmaktayım. Önceleri sürekli parmaklarımla oynar güzel şeyler düşünmeye çalışırdım. Arada kendi kendime sayıklıyormuşum. Bay Lee söyledi. Ona arabalara binmekten pek hoşnut olmadığımı çünkü geçmişte yaşadığım kötü bir olay dolayısıyla fobim olduğunu söyledim. Daha önce söylemiştim ne zaman bu olayı birisine anlatsam 'acıtasyon' yaptığımı ima edercesine karşılık vermişlerdi ama bay Lee sadece sırtımı sıvazlamış onunlayken rahat olabileceğimi söylemişti.

Bay Lee arabayı yumuşak kullanıyordu. Profesyonel bir şoför olduğuna yemin edebilirdim. Eskiden bay Jeon için çalışırken şimdi bay Jeon arabasını kendisi kullanıyormuş sadece bana hizmet ediyormuş. Aramızda kalacakmış ama bay Jeon ciddi birisi olduğundan tedirgin oluyormuş ama yine de dünyada en sevdiği insanlardan biriymiş.

Euneirophrenia ❦ KookMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin