Gözlerimi açtığımda fark ettiğim ilk şey Dremin'de olmayışımdı. Bunu evimin farklılığından değil de, ortamın enerjisinden anlayabiliyordum. Göz kapaklarımı kırpıştırdığımda birinin bedenimi insanların dünyasına atmış olma ihtimalini hesaplamaya çalışıyordum. Daha matematiksel bir sonuca varamadan yattığım odaya giren Poseidon'la hem neler olduğunu hatırlamış, hem de aceleyle doğrulmaya çalışmıştım.
"Sakin ol. Bana bu kadar saygı duymak zorunda değilsin."
"Anlamadım?"
"İyice ayılınca anlatırım her şeyi. Dremin'de olmadığını anlamışsındır zaten, dışarı çıkmayacak mısın?"
Hâlâ koskoca Poseidon'un benimle ne işi olduğunu anlayamazken kafamı belli belirsiz sallayarak doğruldum. Sarkıttığım ayaklarımı yere basıp ayağa kalktığımda parmak uçlarımdan saçlarıma kadar enerji hissettim. Sanki önüme çıkan her şeyi yakabilir, işime gelmezse söndürebilir, istersem de toprağa can verebilirdim. Güç hissi içime doluşurken dönen başımla düşmemek adına yatağa tutundum.
Kendime gelip gözlerimi açar açmaz çatlayan başımı umursamadan her adımımda o hissi daha yoğun hissederek yürümeye başladım. Kolunu bulamadığım dış kapıyı hafifçe ittirdiğimde yüzüme daha önce hiç duymadığım bir çiçeğin kokusu duyuldu. Kokunun ardından kulaklarımı hafif uğultular sararken gözlerimi merakla açarak nerede olduğumu anlamak adına etrafta gezdirdim. Anlamamı sağlayacak bir şey göremediğimde eşikten atlayarak bir tarafı cennet, bir tarafı da bizim sokaklarımızdan farksız yere daha detaylıca baktım.
Gözüme takılan bedenle rahatlamak için aldığım derin nefes şaşkınlıktan öksürüğe dönüştü. Eve koşarak tekrar girip Poseidon'u aramaya başladım. Öksürmem durduğunda nihayet onu bulmuştum.
"Efendim... Ben sanırım az önce Drekius'u gördüm?!"
Nefes verir gibi gülerken alayla konuştu.
"İyi ki Zeus'u görmemişsin. Kalbine inerdi herhalde?"
"Cevabından çok korkuyorum ama... Neredeyim ben?"
Kollarını açarak pencereyi gösterirken gülümsedi.
"Tanrılar Diyarı'ndasın."
Kulaklarımı ovuşturarak tekrar denedim.
"Neredeyim demiştiniz?"
"Tanrılar Diyarı."
Derin nefesler alıp vererek içime düşen korku ve heyecanla konuştum.
"Peki ben neden buradayım? Tanrılar çok sinirlenecektir."
"Seni buraya getirirken ne dediğimi hatırlıyor musun?"
Baştan aşağı titrerken bana söylediklerini kısık bir sesle tekrar ettim.
"Evine dönüp savaşmaya hazır mısın?"
Derin nefes alma işlemime devam ederken tüm sorularımın içinde saklı olduğu Poseidon gitmek için kapıya yöneldiğinde telaşla hızlı hızlı konuşmaya başladım.
"Durun bekleyin! Ne demek evin? Ne demek savaş?"
Sabır diler gibi bir nefes aldıktan sonra haddimi aştığımı düşünüp eğilerek özür dileyecektim ki sakin sesiyle konuşmaya başladı.
"Birinci sorunu sonraya saklıyorum. Sana göstereceğim kişi her şeyi anlatacaktır. İkincisi, burayı oldukça büyük bir savaş bekliyor. Sanırım benim yaptığım bir şey yüzünden ama onu da sonra açıklayacağım."
Benim bir şey dememe izin vermeden uzaklaşırken dışarıyı gezme merakımı bastırmaya çalışıyordum.
Ne yazık ki başarılı olamadım.
Heyecanlı heyecanlı sokaklarda gezerken oldukça garip bakışı üstüme toplamıştım ama pek umrumda değildi, buraya her gün gelmiyordum sonuçta. Gördüğüm çiçekleri kokluyor, doğa harikası yerleri hayranlıkla izliyor, çokça duyulan kuşları aynı hayranlıkla dinliyordum. Yabancı olduğumu fazlasıyla belli ederken duymayı beklediğim soru ince bir ses tarafından yöneltildi.
"Siz kimsiniz?"
Arkamı dönerek tanımadığım genç görünümlü Tanrıça'nın gözlerine bakarak cevap verdim.
"Kim Seokjin."
Adımı anlamamış gibi görünürken hafif gülmekle beraber konuştum.
"Emin olun ismim ne demek ben de bilmiyorum."
"Eos.*"
[*Eos, Yunan Mitalojisine göre Şafak Tanrıçasıdır.]
Eğilerek saygımı belirttikten sonra tekrar doğruldum.
"Memnun oldum efendim."
"Nasıl geldin buraya?"
Başkasına anlatırsam Poseidon bana kızar mı diye düşünürken omzumdaki elle irkildim. Arkamı dönüp baktığımda o anlık kurtarıcım gelmişti, Poseidon.
"Eos, bizi yalnız bırak."
Eos hızla kafa sallayıp başka yöne ilerlerken kafamı az önce kurtarıcım olan ama şimdi korktuğum bedene çevirdim.
"Beni takip et."
Hızlı hızlı adımlar atarak bana pek yardımcı olmayan Poseidon'u koşarak yakalamaya çalışıyordum. Kovalamacaya benzeyen yürüyüşümüz bitince 2 katlı pek şirin görünmeyen, etrafındaki çiçeklere oranla kasvetli duran bir evin önünde durduk.
"Bu evin içinde eskiden annen ve Drekius yaşıyordu."
'Annen' kelimesini duyduğum an kendi kendime yaptığım hafif sallanmalar durmuştu, olduğum yere çakılmıştım. Olduğum yerden soyutlanmıştım yine, muhtemelen çok önemli olan konuşma kulaklarıma sadece bir uğultu olarak geliyordu. Sanki birileri kulaklarımı sıkı sıkı kapatmış da beynimin içine bir arı koymuş gibi. Arı hem iğnesini içten içe batırıyor, hem de kafamın içini rahatsız edici bir sesle dolduruyordu.
"Seokjin."
Uğultular arasında zorlukla duyduğum kadın sesiyle beraber kulaklarımı ve şakaklarımı ovuşturup sakinleşmeye çalıştım. Sonunda beni ele geçiren uğultu dış dünyayı duyabilmeme izin verdiğinde derin bir nefes alıp gözlerimi sesin sahibi olduğuna inandığım zarif kadına çevirdim.
"Özür dilerim, ne demiştiniz?"
"Söylediklerimi duymadın mı?"
"Ah, üzgünüm, sanırım bir tür şoka girmiştim. Çok önemli değilse tekrar etmeyin lütfen."
Karşımdaki kadın oldukça derin ve sıkıntılı bir nefes alarak gözlerimi kocaman açıp kalbimi özlem, sevgi ve öfkeyle hızlıca çarptıracak cümleyi tekrar etti.
"Ben senin gerçek annenim, Seokjin."
Eveeet. Buradan sonra olaylar hızlı hızlı hoppala diye gerçekleşecek.
Gerçek annemiz de ortaya çıktı:Dd
Bu arada diğer bölümü çok gecikmeden atacağım için en heyecanlı yerinde kestim, sövmeyin hemen aodbpadjpahd.
Bakın bu bölüm uzundu. Cidden uzundu ama. Kelime sayısını da yazayım hatta.
*736 kelime*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dremin | Namjin
FanficHerkesin bir gücü olan Dremin dünyasında, bir tek Seokjin'in gücü olmadığı düşünülüyordu. Ama kimse gerçeği bilmiyordu, Seokjin bile.