1

1.2K 161 58
                                    


Yıl:30.04.2290
         Cuma

    Royalla Ülkesi’nin,  Karapençe Malikanesi’nde her ay sonu yapılan büyük akşam yemeği için herkes seferber olmuştu. Malikanenin  saygıdeğer hanımefendisi, bizzat annem olan Alina Karapençe tüm güzelliğiyle salonda dolanıyor, son eksikleri kontrol ediyordu.

Her ay yapılan bir geleneğin bu kadar çok abartılması bazen anlamsız geliyordu bana fakat annem bunu uyguluyorsa elbet bir anlamı vardı. Onun boş ve anlamsız işlerle kaybedecek tek bir saniyesi bile yoktu...

“Baron, buraya gel.” Annem masaya çatal ve kaşıkları dizen uşağını gururlu bir şekilde yanına çağırdı. 20’li yaşların başında olan kumral delikanlı annemi duyar duymaz elindekileri bırakıp yanına koştu ve ellerini önünde bağladıktan sonra başını eğdi.

“Buyrun Hanımefendi,” sesi itaatkar bir tonda, biraz da cılız çıkmıştı.

“Daha yeni olduğun için bugün geri planda kalmanı istiyorum. Bu süre içerisinde Süveyş ve diğerlerini iyice gözlemle. Unutma ki en ufak bir hatayı dahi kaldıramayacak kadar tez canlı ve sinirliyim." Ona kaçamak bir bakış atan oğlana, gerektiğinde soğuk bir ölümü andıran eşsiz mavi gözlerini kısarak baktı, “Umarım beni anlamışsındır Baron. Çünkü bu senin lehine yapılmış bir konuşmadır.” diyerek konuşmasını bitirdi.

Oğlan korkuya kapılmış bir şekilde başını sallayarak eğerken annem bir iki şey daha söyleyip, bir el hareketiyle gitmesini işaret etti ve dakikalardır ecel teri döken zavallı Baron, hızlıca  masanın yanına gidip kaldığı yerden devam etmeye başladı...

   Bu kadın doğuştan liderdi. Asil duruşu, kıvrak zekası ve büyülü güzelliğiyle bütün ülkede namı fazlasıyla yaygındı. Aynı zamanda Royalla’nın kurucusu olan beş büyük kadından biri olan Zafrina’nın soyundan geliyordu ve şu an Royalla’nın  saygın insanlarının başındakilerindendi.
Bu yüzden en büyük hayalim ileride onun kadar güçlü ve cesaretli bir kadın olmaktı. Fakat bunun için fazlasıyla çalışmam gerektiğini biliyordum. Bir Alina Karapençe kolay kolay doğmazdı...

                            ***

“ Hadi ama Zoya, denemeden karar veremezsin.”
  İkiz kardeşim Tuana, elindeki zevksiz elbiseyi ısrarla bana giydirmeye çalışıyordu.

“Gerçekten mi, bunu bana giydireceğine seni inandıran şey ne?” Yüzümü buruşturarak memnuniyetsizliğimi yinelediğim sırada annemin gözlerinin kopyası olan maviler kısıldı fakat henüz ümidini yitirmeye niyeti yoktu.

“Bakar mısın? Siyah saçların ve kahverengi gözlerin için tasarlanmış sanki. Renk uyumu harika!”
Gülümseyerek söylediği bu cümleye bıkkın bir şekilde göz devirdim.

“İyi denemeydi canım, fakat ben elbisemi çoktan seçtim. Hem benimle ilgilenmek yerine gidip hazırlansan iyi olacak. Zamandan kaybediyorsun,” dedim duvardaki saati göstererek. Sonunda pes edip elbiseyi yatağıma fırlattı.

“İyi o zaman ben gidiyorum. Kim bilir nasıl çirkin bir şeyle insanların karşısına çıkacaksın. Biliyor musun, gözlerim şimdiden kanamaya başladı.” dedikten sonra sarı ve uzun saçlarını savurup sinirle odamdan çıktı.

  Anneme benzediği için onu çok kıskanıyordum. Şüphesiz benden güzeldi. Uzun boylu, zayıf ve sarışındı. Masmavi gözleri ve bebeksi bir yüzü vardı. Malikane’nin ikinci prensesiydi. İkiz olmamıza rağmen boyumuz ve fiziğimiz dışında en ufak bir benzerliğimiz yoktu.

Ben esmerdim. Açık  kahverengi gözlerim ve uzun siyah saçlarım vardı. Yüzümün ise şirin olduğu söylenirdi. Annem biyolojik babama benzediğimi de söylemişti zamanında. Ne yazık ki onu tanımıyordum ama sayesinde ailede ilk esmer olma ünvanını elime almıştım.  Bu ünvan beni mutlu ediyordu ama idolüme benzemediğim için de  bazen canımı sıkıyordu...

FISILTI "Sessiz Çığlık"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin