18

967 102 109
                                    

   

     Saatin, öğle 12:00 olduğunu fark edince hızlıca yataktan doğruldum. İlk defa bu kadar geç uyanmış olmanın verdiği şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Dün akşam eve vardığımız gibi kısa bir duş alıp doğruca yatmıştım. Deliksiz bir uykudan sonra da yeni uyanmıştım.

  Biraz sonra kapım çaldı. Saçlarımı toplayıp, “Gir,” dedim.Yeni uyandığım için boğuk bir şekilde seslenmiştim. İçeriye giren kişi Arın’dı. Üzerinde temiz, beyaz bir tişört ve uzun bacaklarını saran siyah bir pantolon vardı.

“Günaydın,” dedi bana doğru yaklaşarak.

“Sanırım günün yarısını kaçırdım,” diyerek saatin geçliğini ima ettim.

“Daha iyi misin?”

“İyiyim. Sadece uzun süre uykusuzluğa dayanamadığımı öğrendim,” gülümseyerek söyledim.
Dudağı yana kaydı. “Bu bilgi kesinlikle işimize çok yarayacak,” dedi alaycı bir tavırla.
Kaşlarımı çattım. “Dün akşam yaptıklarınızı unutmadım yalnız, bakalım seni cezalandırdığımda da bu kadar tatlı gülümseyebilecek misin.”
“Tatlı mı gülümsüyorum?” Kaşları ilgiyle yukarı kalktı ve sesi farklı bir tona büründü.
“Cidden mi Arın, cümlemin içinde takılman gereken tek kelime bu muydu?” Bir kaşımı yukarı kaldırıp hayretle yüzüne baktım. Şekilli dudağı tekrar yana kaydı ve hafifçe omuz silkti. “En önemli kelime, bu gibi geldi...”    

  Benimle ciddi ciddi flört ediyordu. Kalbim her zaman olduğu gibi kendinden geçerken, yapabildiği tek şey kafesini yırtarcasına atmaktı. Kaşlarımı çatarak süzdüm onu fakat hiç sinirlenmemiştim. Aksine, elimi hafif dalgalı saçlarından geçirip onu sevmek istiyordum. Çünkü gerçekten tatlıydı. Yani erkeksi ve sert görüntüsüne rağmen nasıl başarıyordu bilmiyorum ama hem tatlı hem yakışıklı hem de çekiciydi...

“Belgelere bakmaya gidecek miyiz?” Sonunda ciddileşerek konuştu.
“Evet. Kendime gelip kahvaltı yapayım ardından gideriz,” dedim aynı şekilde. “Bu arada dün gece soramadım, nerede belgeler?”
“Çok güvenli bir yerde. Yeri gördüğünde bana kesinlikle hak vereceksin,” dedi gizemli bir tavırla.

“Söylemeyecek misin?”

“Hayır. Ben çıkayım artık sen de giyin,” dedi ve bir şey söylememe fırsat vermeden odadan çıktı. Arkasından –ağzıma tıkılmış bir sürü itiraz cümlesiyle-birkaç saniye baktıktan sonra yüzümü duvara çevirdim. Az önce bana aldırmadan odadan çıktı ve ben bir şey söyleyemedim. Kontrolü kayıp mı ediyordum yoksa bana mı öyle geliyordu? 

   Hızlıca hazırlanıp kahvaltımı yapmıştım. Annem her zamanki gibi erkenden çıkmıştı. Tuana’ya bir işimin olduğunu ve fazla uzun sürmeyeceğini söyleyip nihayet evden ayrıldım. Yolculuk esnasında Arın’la pek konuşmamıştık. Aslında hiç konuşmamıştık. Aramızda gergin ve sağır edici bir sessizlik dolaşıyordu. Sonunda dayanamayıp radyoyu kurcalamaya başladım. Sevdiğim eğlenceli bir müzik denk gelince, sesi biraz daha açıp kendimi koltuğa yapıştırdım. Arın, -bir şey söylemeden- yan bir bakış atıp tekrar eski halini alınca, artık onu yok sayıp dışarıyı izlemeye koyuldum.  O sırada binaların seyrekleştiğini ve ağaçların çoğaldığını fark ettim. Yolu biraz daha inceledikten sonra yaklaşık bir kilometre ötede, koca bir direğin tepesinde asılı duran tanıdık tabelayı gördüm,  Renkahenk Parkı... Bu bir şaka, değil mi?!

   Arın arabayı toprak yola çevirip biraz daha ilerledikten sonra düz bir alana park edince, zihnimde peş peşe sıralanan kanlı olaylar haziran ayında titrememe sebep oluyordu. Yutkunmamak için kendimle mücadele ederek gözlerimi kırpıştırdım. Koskoca Royalla’da belge saklayacak yer miydi burası? Aklımı oynatacaktım! Sesimi sabit tutmaya çalışarak onu süzdüm. Yüzümü buruşturmamaya ekstra özen gösteriyordum.
“Belgeleri ormana gömdüğünüzü söyleme lütfen, bu kadar yaratıcı olamazsınız herhalde!”
Derin bakışlarını yüzümde muzip bir şekilde dolaştırdı. “Aslında iyi bir fikir ama hayır,” deyip arabadan indi ve önden dolaşıp kapımı açtı. İnmeye pek hevesli olmasam da korktuğumu belli etmemeye gayret göstererek aşağı indim. Kalbim o koca canavarın üzerime yapıştırdığı ürpertiyle atış hızını yükseltmeye başlamıştı.

FISILTI "Sessiz Çığlık"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin