11

998 128 31
                                    

          Gün boyunca odamda kalıp kendimi bir şeylerle oyalamaya çalışmıştım. Sabahki enerjim çabuk boşalmış ve tekrar melankolik halime dönmüştüm. O dehşet dolu anlar gözlerimi her kapattığımda başa sarıyordu ve ben her seferinde onlar gibi can çekişiyordum. Onları kurtaramamış olmanın verdiği eziyet çekilecek cinsten değildi. Sanki beni bu yüzden cezalandırıyorlardı...
Sonunda odada biraz daha kalırsam patlayacağımı anlamıştım ve bu yüzden dışarı çıkıp temiz hava almak için odamdan ayrıldım. Güneş batalı çok olmamıştı ama koridor ışık yakılmadığı için tamamen karanlık görünüyordu. Neyseki mutfağın aralık kalan kapısından ince bir ışık sızmış, önümü aydınlatmaya yetmişti.  Kapıyı açıp kendimi dışarı attığım sırada ılık mayıs rüzgarı, yüzümü yalayarak beni dostana bir şekilde karşıladı. Loş ışığın aydınlattığı varendanın arkasından dolanıp gölün daha çok göründüğü tarafa doğru, iç çekerek yürümeye başladım. Geceleri ıssızlaşırdı buralar ama korkacak kadar karanlık değildi şu an. Daha çok dinlendiriciydi...
  Büyük taşlardan birine oturup derin bir nefes aldım. Suyun taşlara vurup geri çekilmesi dışında hiç bir ses yoktu. Bir süre gölü seyrettikten sonra başımı yukarıya, gökyüzüne çıkardım. Yanıp sönen yıldızlar ve ayın dolunay haline gıptayla baktım. Her zaman olduğu gibi güzel bir şekilde geçinerek hayatlarını sürdürüyordu gökyüzü sakinleri. Keşke biz yeryüzünde yaşayanlar da onlardan biraz örnek alabilseydik. Keşke hayatı birbirimize zindan etmeden de yaşamanın mümkün olduğunu anlayabilsek ve anlatabilseydik...

“Sana katılabilir miyim?” İrkilerek arkama döndüğümde Arın’ın kocaman silüetini karşımda buldum. Tebbesümle bakıyordu yüzüme. Kendimi düzeltip başımı salladım ve gelip yanımdaki taşlardan birine oturdu.

“Hala o gün olanları düşünüyorsun değil mi?” Sakin bir ses tonuyla söylemişti.

“Aklımdan bir an olsun çıkmıyor,” dedim yorgun bir şekilde. “Bunun olmasına izin veren kişi annemdi, unutmam mümkün değil Arın.”
Kısa sürelik bir sessizlik geçti aramızda. Zaten bu durumda ne söylenebilirdi ki?

“Bence anneni bir saniye bile olsa dinlemen gerek,” dedi üstümüzdeki muhteşem örtüye bakarak. Gözlerim iri iri olmuş sekilde ona döndüm. Ciddi olamazdı herhalde...
“İnsanları nasıl acımasızca katlettiğini mi dinleyeyim Arın? Kalsın ben almayayım.” İster istemez sinirlenmiştim ve bu sesime de yansımıştı. O kabus gibi günden sonra birinin onu dinlememi söylemesine katlanamazdım. Onun hakkında konuşamayacak kadar öfkeliydim ve bu değişecek gibi değildi. Konunun iyi yerlere gitmeyeceğinden emin olduğum için hızlıca ayağa kalktım ve oradan ayrılmak için arkamı dönüp bir iki adım attım.

“Bunu yapma lütfen,” demesiyle yerimde kalakaldım.
“Neyi?” dedim başımı ona doğru çevirerek.
“Anneni umursamıyormuş gibi davranmayı,” dedi her kelimeye özenle basarak. Kendimi ona tamamen döndürdüm.
“Umursamıyorum Bozca, bu konuda ağzını kapatsan iyi edersin,” ifadesiz bir tavır takınarak yüzünü süzdüm. Dudağı hafifçe yana kaydı, muzipçe karşılık vermişti. Bu hareketine bir anlam veremeyerek, “Ne?” dedim harfleri uzatarak. Omuzlarını silkti ve az önce oturduğum taşı işaret ederek oturmamı bekledi. Bir harekkette bulunmayınca tekrar işaret etti. "Lütfen otur şuraya."
  Sarı ışık yüzünü çok güzel gösteriyordu ve yapmış olduğu hareket ise karşı konulmazdı. En azından benim açımdan öyleydi... Bu yüzden yanaklarıma hava doldurup bıkkın bir şekilde geri verdim sonra da yerime geçip oturdum.
    Gökyüzüne çıkan bakışlarını usulca bana çevirdi, “Bu kararı tek başına vermediğini benden daha iyi biliyorsun. Bunu yapmak istemediğine eminim, Zoya.” dedi. İsmimi tekrar söylemesi sabahki duygulara kapılmama sebep olmuştu ama kendimi hızla o bataklıktan kurtararak asıl konuya odaklandım.

FISILTI "Sessiz Çığlık"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin