“Baron, Arın’a beş dakikaya kadar hazır olmasını söyle. Beni bir yere götürmesi gerek.”
“Peki efendim.”
Baron başını yerden kaldırmadan yanımdan hızla uzaklaşırken, ben de kahvaltı sofrasından kalkıp hazırlıklarımı tamamlamak için odama çıktım. Beyaz bir bluz, altına siyah dar bir pantolon giydim. Üzerime ince bir ceket alarak saçlarımı açık bıraktım ve odadan çıktım. Arın beni koridorda yakaladı.
"Günaydın," dedi yanıma yaklaşırken. "Günaydın," diyerek karşılık verdim.O da beyaz bir tişört ve siyah bir pantolon giymişti. Boynundaki zinciri fark edince içimdeki kelebekler neşeyle uyanıp uçuşmaya başladılar.
“Nereye gidiyoruz?”
“Alya’yı görmem gerek, arabayı sen kullansan iyi olur,” dedim gülümseyerek. Başını onaylar gibi eğdi ve ben önden o arkadan yürümeye devam ettik...Güneş mavi gökyüzünün en tepesine dikilmiş, memnun bir şekilde etrafını aydınlatıyordu. Yaz ayının güzel havasını almak için her iki pencereyi de sonuna kadar açmıştık. Rüzgar hafifçe etrafımızda dolanıp duruyordu. Arın’a yan bir bakış attığımda onu yola odaklanmış bir şekilde buldum.
“Nasıl bu kadar iyi kullanabiliyorsun?”“Neyi?” Bakışları yüzümü sorgularken “Arabayı,” dedim düz bir ifadeyle. Gözlemlediğim kadarıyla çok hakimdi etrafına.
“Eğitimini aldığımı söylemiş olmalıyım,” dedi bana kısa bir süre bakıp tekrar yüzünü önüne çevirerek.
“Evet söylemiştin ama bu kadar hakim olduğunu düşünememiştim,” dedim. Şaşkındım çünkü arabalar daha yeni yeni yapılıyordu. Büyük yıkımdan sonra bütün icatlar ortadan kaybolduğu için yeniden yapılması fazla zaman almıştı. Royalla’da arabayı henüz görmemiş yerler bile olabilirdi. Üretimi maliyetli ve zordu bu yıllarda.
“Mankar’larda , özellikle kurucu aileler için yetiştirilen öğrencilerin eğitimi için ekstra çaba sarf edilir. Şoförlük eğitimlerimiz de hayli zor yollarda verilirdi. Hakimiyetim o yüzden,” dedi sonunda merakımı gidererek. Başımı anladığımı göstererek salladım ve tekrar dışarıya bakmaya koyuldum. Mankar’ın iyi bir yönüydü bu herhalde, eğitime fazla önem veriliyordu...Kurtboğan Malikanesi’nin önünde durduğumuzda önceden geleceğimi haber verdiğim arkadaşımı, dışarıda bize doğru yürürken buldum. Hemen arabadan inip hızlı adımlarla ona yaklaştım ve sonunda sımsıkı sarıldık birbirimize.
“Sen nerelerdesin Zoya? Günlerdir beni aramanı bekliyorum,” dedi boğuk bir sesle. Daha sıkı sarılmak mümkünmüş gibi kollarımı boynuna doladım.
“Biraz zamana ihtiyacım vardı canım, üzgünüm.”
“Seni anlıyorum, inan ki çok iyi anlıyorum,” sesi hüzünlüydü.“Nasıl oldun, iyi misin?” diye sordum geri çekilirken.
“Toparlamak hayli zor ama çabalıyorum, ya sen?” Başımı her şeyin iyi olduğunu anlatırcasına salladım.
“ İdare ediyorum.”
Hafifçe gülümsedi sonra “Hadi eve gidelim,” diyerek koluma girdi.
“Arın sen de burada kalma, Taha içeride.”Alya, adından bahsedince Arın’a kaçamak bir bakış attım. Üzerimdeki keskin bakışları yere indi ve başını hafifçe eğerek arkamızdan yürümeye başladı...
Hava çok güzel olduğu için evde fazla duramadık. Odalara tıkılmak yerine zamanımızı arka bahçede geçirmeye karar verdik.
Büyük bir alan kaplayan bahçenin etrafını sur gibi meyve ağaçları kaplıyordu. Kenarda büyük dikdörtgen bir havuz duruyordu. Evin önünde ise şirin ve konforlu bir çardak... Arın ve Taha ileride, bir elma ağacının altına oturmuş konuşuyorlardı. Bizi fark etmedikleri her hallerinden belliydi. Alya, Taha’ya gülümseyerek bakıp çardağa geçince ben de ardından geçip oturdum. 30’lu yaşlarda olan esmer ve yakışıklı hizmetlileri, masayı hemen donatmaya başladı. Kurabiyeler, içecekler, kekler ve meyveler...
“Teşekkürler,” dedim adama gülümseyerek. Memnun bir ifadeyle başını eğip, ”Afiyet olsun efendim. Başka bir şeye ihtiyacınız olduğunda lütfen çağırın,” dedi ve yanımızdan ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FISILTI "Sessiz Çığlık"
Gizem / GerilimZoya Karapençe: "Bazı ruhlar efendiyken, bazılarının hiç önemi yoktu. Hiçbir hayatın denk olmadığı bir zamanın çocuğuyum ben, Ve bu uçurumu eşitlemek; tek gayem..." Bir çok şeyi sorgulamaya hazır olun! Keyifli okumalar...