"Senin bir çocuğun mu var?"
"Evet, hocam." Suzan Hoca'ya baktığımda onun dağılmış olduğunu gördüm. Bir şeye anlam vermeye çalışıyor gibiydi. Onları tanıştırma zamanının geldiği belliydi. "Melek, kızım."
"O Suzi mi?"
"Sizin fotoğrafınızı görmüştü." Suzan Hoca'nın yüzünde bir anda bir gülümseme belirdiğinde benden sonra birinin daha ona Suzi demesinden hoşlandığını anladım. O zamanlar Melek'ten büyük olduğum halde Suzan ismi korkutucu gelmiş ve samimiyetimizden ötürü ona bir kez bu şekilde seslenmiş, sonrasında da bu okula gelene kadar bir daha Suzan dediğim çok az zaman olmuştu.
"Annende bana eskiden Suzi derdi. Artık korkusundan diyemiyor. Tanıştığımıza sevindim küçük hanım."
"Ben de." Masanın üzerinden kendisine uzatılan ele karşılık veren Melek aşırı sevimli ve komik görünüyordu. Yeni birileriyle tanışmadan yine mutlu olmaya başlamıştı. Gökçe'ye karşı gösterdiği sevimsiz davranışlardan sonra yeniden eski haline dönmüştü. Ona bakarken mutlu olmamın ve eğlenmememin bir yolu yoktu.
"Sen kızını nerede bıraktın?"
"Kantinde hocam. Derse götürmem de sizin yanınıza getirmem de uygun olmayacaktı. Orhan Ağabey göz kulak oluyordu." Ters bir şekilde Sinan Hoca'ya bakıp tekrar Suzan Hoca'ya dönerken yanıma iyiden iyiye sokulan kızımın elini tuttum. Gerildiğimi en iyi anlayan kişiydi. Kendimi sorguda hissederken gergin olmamam pek mümkün değildi.
"Ama Orhan biraz meşguldü ve bu küçük hanım biraz sıkılmış görünüyordu."
"Sizin başınıza da sorun açtığım için özür dilerim Sinan Hocam. Biz sanırım gitsek iyi olacak." Ayağa kalktığımda Ferit Hoca'nın dersine girmeyi planlıyordum. Daha fazla burada kalıp soru cevaplamak istemiyordum. İkisinin gözleri de üzerimdeyken istemediğim bir konu açılmasının ihtimalini düşünemiyordum.
"Derse girmeyecek misin? Ferit Hoca'nın dersine bu dönem Ferhat Hoca girecek. Dersine ikinci kez devam etmezsen dersten direkt bırakacağının farkındasın değil mi?" Şansımın hâlâ bu kadar kötü olmasına inanamıyordum. Ferit Hoca gibi arada sinirli olan eğlenceli bir adam yerine yıldızımın barışmadığı bir hoca ile ders sayım artmıştı. Sadece iki hafta değil de on yıl boyunca okuldan uzakta kalmış gibiydim. Üç yıllık okulumun bana yabancı olması fazlasıyla nahoş bir durumdu.
"Melek ile onun dersine giremem." Dersin işleneceği amfinin kapısına yaklaşamazdım. Tam bir çocuk düşmanı olduğundan, en son dersine çocukla giren İkbal Abla'ya etmediğini ve de söylemediğini bırakmadığından bunu yaşayamazdım. Derse girmemek daha akıllıca olabilirdi. Ya da Melek'i tanıdığım birine bırakabilirdim.
"Benimle kalabilir. Dersime getirmende de sorun olmaz. Ama geç kalmamak koşulu ile?" Teklifin şaşkınlığıyla Sinan Hoca'ya döndüğümde onun bu teklifi yapacak son insan bile olamayacağını düşünüyordum. Suzan Hoca'nın yanında ona karşı sevimli biri gibi görünmesi sadece bir aldatmaca olabilirdi.
"Aynı şekilde benim derslerimde de Melek'in olması sorun olmaz."
"Tamam hocam." Suzan Hoca'yı onaylarken Melek'i kantinde bırakmanın onların yanında bırakmaktan iyi olduğuna emindim. Ama Suzan Hoca bunu isterken karşı gelemezdim. Melek ile geçmiş ile ilgili bir şey konuşmadığımdan ikisinin onunla ilgili hiçbir şey anlamasının bir yolu yoktu.
"Şimdi dersine gir. Melek bizimle ve güvende olacak." Ona başımı sallayarak onayladığımda Melek'in karşısında diz çöktüm. Ne yapması gerektiğini biliyordu ama yine de burada ben yokken uslu olduğundan emin olmam gerekiyordu. Ve onun denetimini nasıl sağlayacağıma emindim. Onu kedilerden başka bir şeyle kandıramaz ve de korkutamazdım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEK MASALI
Ficção GeralEn çaresiz kaldığın anda kendini çare yap. Seni, sevdiklerini senden başkası kurtaramaz.