DAYLIGHT KASABASI / 1996
Tek istediğim bu kadar gürültünün arasında bir yerde, imkansız olan bir sessizliği dinlemekti. İmkansızdı çünkü, içinde yaşadığımız bu küçük yarım adada günler inanılmaz kalabalık, gürültülü ve cıvıl cıvıl geçerdi. İnsan sesi duymamak imkansızdı. Kulaklarım bu duruma aşinaydı. Burada doğmuş, burada büyümüş ve on yedi senedir burada yaşıyordum. Burada, Daylight Kasabası'nda.
Adı Daylight olan bu üç tarafı denizle çevrili olan kasabamız, 1816'da ilk kurulduğu gün, adına yakışır bu ismi, kurucularından biri olan Haywood ailesi bulmuş. Adına yakışır derken ironi yapıyorum çünkü, burada günler 'gün ışığı' olmanın yanından geçemeyecek kadar kasvetli, yağmur ve çamurlu, karlı ve soğuk geçer. Yalnız tabii ki Haywood ailesinin bu kasabaya Daylight* adını vermesinin bir sebebi vardı. Çünkü, on iki senede bir, sadece bir sene çok sıcak geçerdi. Bunun hesaplanması kasabanın kurulduğu yıldan bu yana dikkatli bir şekilde yapılmış ve bu zamana kadar hiçbir pürüz çıkmamıştı. Gerçekten her on iki senede bir, bir sene birkaç yağmur dışında kasaba çok sıcak olurdu.
Ve on yedi yaşında olan ben, ilk defa beş yaşında yaşadığım bu sıcak seneyi, ikinci defa bu yıl yaşıyordum. Tabii uzun süre soğuğa alışan bünyelerimiz için on iki senede bir, sadece bir sene boyunca yaşanan sıcaklığı benimseyebilmek zor olabiliyordu. Bu saçma hava değişikliğinden dolayı hastalıklar da çoğalabiliyor ve genelde insanlar bir grip, baş ağrısı, sürekli hapşırma veya basit bir alerjiyle atlatıyordu bu seneyi. Yani güneşe hasret bir kasaba, sıcaklığı doya doya yaşayamıyordu.
Mayıs'ın 15'iydi. Henüz asfaltta yumurta kırsan pişecek sıcaklığa gelmemiştik. Gayet makul bir yaz günlerini yaşıyorduk. Kasvetliyken bile zaten yemyeşil olan kasabamız, yeşilliğine bir de rengarenk çiçekler katmıştı. Son bir dersi sürekli hapşırdığım için ekmiş, sırtımdaki çantamla okul bahçesindeki yemyeşil çimlerde oturuyordum. Bu durumda temiz hava iyi geliyordu ama polenler burnumu biraz kötü etkilemişti.
Çantamda her zaman bulundurduğum ve her daim içi su dolu olan cam şişemi çıkarıp kocaman bir yudum aldım ve kapağını kapatıp tekrar çantama koydum. Kolumdaki saate baktığımda dersin bitmesine yirmi bir dakika kaldığını gördüm.
Ellerimi arkaya dayayıp, kollarımdan destek aldım ve yüzümü güneşe doğru kaldırıp gözlerimi kapattım. Güneşin yüzümü, kollarımı, bacaklarımı ve omuzlarımı yakmasına izin verdim. Bahçede benden başka birkaç kişi daha vardı ve ortam sessiz sayılacak kadar durgundu. Beş dakikalık bir güneşlenmeden sonra, en yakınımdaki ağacın gölgesinden faydalanmak için gövdesine yaslandım. Çantamdan ikinci kez okuyor olduğum Gurur ve Önyargı kitabımı çıkardım.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Dersin bittiğini haber veren zil çaldığında yerimde sıçramış, biraz da sessizlik bozulduğu için üzülmüştüm. Bana neredeyse beş dakikadır kitap okuyormuşum gibi gelmişti. Yirmi dakika ne ara bitmişti?
Oturmaya devam ettim ama bahçede oluşan insan kalabalığından dolayı kitabı okuyamayacağım için tekrar çantama koymuştum. Biraz sonra bana doğru gelen Stuart ve Olivia'yı gördüm. Olivia elindeki yelpazeyi yüzüne doğru sallıyor, Stuart yine onu delirtecek hareketlerde bulunuyor, kızı bir kucağına alıp, bir indiriyor, elindeki yelpazeyi çekip duruyor, yanağını öpücüklere boğuyor ve her zamanki ele avuca sığmaz Stuart'lığını yapıyordu.
"Bazen beni hipnoz ettiğini falan düşünüyorum. Yoksa bilinçli bir şekilde seninle nasıl hala birlikte olabilirim değil mi?" diye sordu Olivia, yanıma gelip tepemde durduğunda. Hala elindeki yelpazeyi yüzüne doğru sallıyor, gözlerini devirerek Stuart'a bakıyordu.
Stuart, "Aşk da bir hipnoz sayılır bebeğim," dedi, gözlerini abartıyla kırpıştırarak.
"Olivia," dedim. "Hava yelpazeyi yüzüne sallayacak kadar sıcak mı gerçekten. Bana öyle gelmiyor da."
Stuart güldü ve Olivia yanıt veremeden hemen önce atladı. "Onun menopoza falan girdiğini düşünüyorum," dedi, gülerek. Sonra kulağına yanaşıp sesli bir fısıltıyla, "ya da en iyi ihtimal, yanıyooor," dedi ve sonra geri çekilip kahkaha attı.
Olivia karşısında aptal varmış gibi ona bakıp, "sana cevap vermeyeceğim saman kafa," deyip, bana döndü. "ah Dorothy, regl doneminde olduğum için gereğinden fazla terliyorum."
Stuart bir omuz silkti. "Eh, sonuçta yaklaşmışım."
Olivia onu görmemezlikten gelmeyi seçmişti. "Biraz daha iyi misin? Gün boyu hapşırıp durdun," diye sordu bana.
Stuart elini bana uzattığında tutup beni ayağa kaldırmasına izin verdim ama beni hızla çekip sarsılmama neden olduktan sonra bir kez de kendi etrafında çevirince elini tuttuğuma pişman oldum.
"Stu," diye bağırdım, beni bıraktığında. Sarsıntının biraz geçmesini bekleyip, olduğum yerde kaldım. "Ne zaman normal bir insan olacaksın?"
"Sadece yaylı bir kuyruğu eksik," dedi, Olivia, hızlı bir şekilde hala yelpazesini sallıyordu. "Tigger!*" dedi sonra Stuart'ın yüzüne doğru bağırarak.
Stuart, Olivia'nın elindeki yelpazeyi kapıp kendi yüzüne doğru sallayarak, boğazından gelen ince ve komik bir sesle onu taklit ederek konuştu, "sadece yaylı bir kuyruğu eksik. Tigger!"
Olivia da sinirlenip yelpazesini tekrar almaya çalışırken ikisi arasındaki boğuşmayı bir süre gülerek izledim.
"Bir gün sizi farklı şekilde göreyim ne olur!" Arkamdan David'in sesini duyduğumda ona döndüm. Gülümseyerek bana yaklaştı ve dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "Dorothy," dedi sıcak bir ses tonuyla. "Nasıl oldun?"
"David," diye karşılık verdim gülümseyerek. "Daha iyiyim. Nasıldı son ders?"
Derin bir iç çekti. "Bayan Martinez zaten çekilmez, bir de sen yoktun, zaman hiç geçmeyecek sandım."
Abartılı bir öğürme sesi gelince David'in omzunun üstünden baktığımda arkasında duran Caleb'i gördüm. "Nasıl sallıyor ama," dedi, yanımıza geçip dururken. "Sanki bu ayrı geçirdiğiniz ilk ders. Dostum, her gün aynı dersi almıyorsunuz bile."
David onun omzuna hafifçe vurdu. "Benim için Dorothy'siz geçen bütün dersler çekilmez."
"Bunlar yine birbirlerini mi yiyor?" diye sordu Caleb diğerlerini kafasıyla işaret edip. O sırada Stuart, Olivia'nın poposuna bir tane şaplak atınca, Olivia da saçlarını savurup, elindeki yelpazeyi de yere atarak arkasını dönüp yürümeye başladı. "Haydi ama bebeğim," diyen Stuart yerdeki yelpazeyi alıp koşarak ona yetişirken, Caleb de bize dönerek, "hey, bugün babamın bana bir süprizi varmış," dedi. "Son model bir kamera aldığından neredeyse adım kadar eminim."
David'le ben elele tutuşup, Caleb'in yeni kamerasıyla ilgili hayallerini dinlerken, okul yolundaki insan kalabalığına karışmıştık.
*Daylight: İngilizceden Türkçe'ye çevrimi 'Günışığı'
*Tigger: Winnie The Pooh adlı çizgi dizinin neşeli, coşkulu, cesur ve zıplayan kaplanı. Türünün tek örneği olup, yaylı kuyruğuyla meşhurdur.
Herkese merhaba! Bu benim Wattpad'de yayınladığım ikinci hikayem. Gençlik ve fantastik kurgunun ilgisini çektiği herkes okudukça çok sevecek. Göz atan, yorum yapan ve oy veren herkese şimdiden teşekkürler. Ayrıca medyayı kaydırabilir, Daylight Kasabası'na kısa bir göz atabilirsiniz :)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUSURSUZ
Science Fiction!!!Kitabımın asıl konusu cinsellik olmasa da bazı bölümler makul seviyede cinsellik içerecektir!!! Yıllardır kapalıymış gibi hissettiren gözlerimi tereddütle araladım. Ne göreceğimi bilmiyordum. Nerede olduğuma emin değildim. Güneş ışığının büyük b...