ON BEŞ

199 7 2
                                    

Babam ani bir şekilde ayağa fırlarken ben korkarak, "ne? ne olmuş?" diye soruyordum. Gözümde hiçbir şey canlanamıyordu. Ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Başımı çevirip sırtıma bakmaya çalışıyordum.

Babam da arkama geçip sırtıma bakınca, "Yüce Tanrıçam," diye fısıldadı. Omzumun üstünden gözlerim sonuna kadar açık şekilde ona baktım. Mest olmuş gibi sırtımı izliyordu. "Hayatımda böyle bir şey gördüğümü veya duyduğumu hatırlamıyorum," dedi.

Anında ayağa fırladım ve merdivenlere doğru koşarak yol aldım. Odamın kapısını sertçe açıp boy aynamın önüne geçtim. Annem ve babam arkamdan gelmişlerdi. Babamın karşısında sutyenle duracağım gerçeğini bile düşünmeden tişörtümü çıkarıp fırlattım. Aynaya arkamı döndüm. Gördüğüm manzara karşısında şok olmuştum.

Sağ kürek kemiğimdeki, daha bu sabah aşağıya kadar uzanan çizik, sutyenimin üst kısmında kalacak şekilde kısalmıştı. Bir çizgi halinden çıkıp büyümüş, üç santim kadar genişlemişti. Bunlar yeterince tuhaftı ama daha tuhaf olanı içinden inanılmaz bir parlaklık yayılıyor oluşuydu! Görüp görebileceğim en güzel altın ve gümüş rengi karışımı bir renkti bu. İçeriden dışarıya her yayılışında minicik yıldızlar çıkıyor gibiydi.

Sol tarafımdaki kürek kemiğimdeki olay çok daha farklıydı. Sağ tarafımdan gözlerimi güçlükle çekip diğer tarafıma döndüm. Yalnızca sağ tarafımda bir çizgi var sanıyordum ama sol tarafta da en az diğer taraftaki kadar ilginç bir şey oluşmuştu. Buradaki şey de -gerçekten bu şeye ne isim verebileceğimi artık bilemiyordum çünkü çizgi halini çoktan aşmıştı- diğeriyle aynı boyda ve genişlikteydi. Ama içinden çıkan parlaklık çok daha farklıydı. Dünyanın en güzel mor ve mavi renklerini taşıyordu. Dışarıya çıkıyormuş gibi görünen minik yıldızlar parlak gün batımı rengi gibiydi.

Bu sırtımdaki sonsuzluk gibi görünen boşluklar, farklı bir dünyaya kapıları açılan bir zaman çizgisi gibiydi.

Bunların sırtımda olması dünyanın en saçma şeyi olsa da, belki de daha saçma şeyi benim bunu hissetmiyor oluşumdu. Kürek kemiklerimde inanılmaz bir hareketlenme vardı ve ben bunu hissedemiyordum. Bir insan vücudundaki böyle bir oluşumu nasıl hissedemezdi? Belki de hissedemememin benim bir insan değil, melek olmamla ilgisi vardı. Belki de bu çok normaldi.

Bana daha yakın olan anneme baktım. Onun şaşkınlık ve hayranlık arasında gidip gelen bakışları bunun hiç de normal olmadığını gösteriyordu.

Babam dünyanın en önemli şeyini hatırlamış gibi koşup odamın kapısından çıktı.

Uyuşmuş gibi anneme baktım. "Anneciğim," diye fısıldadım. Gözlerimden yaşlar bir çığ gibi akmayı bekliyordu. Korkuyordum. "Bunlar nedir? Benim sırtımda ne işleri var?"

Annem zorla gülümseyebilmek için yutkundu. Muhtemelen korktuğumu ve her an ağlayacak olduğumu anlamıştı ve beni rahatlatmaya çalışmak için yalan söyleyecekti. "İtiraf etmeliyim ki, bu hayatımda ilk kez gördüğüm bir şey," dedi. Yaklaşıp elimi tuttu. "Ama eminim ki, senin ne kadar özel olduğunu gösteriyorlar."

"Ben özel olmak istemiyorum," dedim. "Normal hayatımı istiyorum. Sırtımda bu iki tuhaf şeyle yaşamak istemiyorum. Dorothy olmak istiyorum. Normal bir hayat süren Dorothy."

Annem dikkatle uzanıp bana sarıldı. Elleri belimdeydi. Saçlarımı okşarken, "sen zaten hala Dorothy'sin, "dedi, sessizce. "Karakterin, yaşamın, sevdiğin ve sevmediğin şeyler, eğitimin, her şey aynı şekilde devam edecek. İnan bana."

Gözlerimden gözyaşları birer birer dökülürken," ah, anneciğim," dedim. "Lütfen normal olayım. Bunu reddetme gibi bir hakkım yok mu? Melek olmayı istememe gibi bir seçeneğim yok mu?"

KUSURSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin