Bahçeyi geçip merdivenleri çıktıktan sonra verandada kısa bir süre duraksadım. Havada hafif bir esinti hakimdi ve şu an durduğum yerde terli enseme üflemesi beni rahatlatmıştı. Beyaz renkli verandanın çatısına asılmış olan rüzgar çanı, havanın hafif esintisiyle o bilindik çın çın sesini çıkarıyordu. Ses kulaklarıma doldukça beni rahatsız etmeye başlamıştı. Göz alıcı bir toz pembe renginde olan bu metal rüzgar çanını annem iki ay önce almıştı. Annemi çok sevdiğimden bu sese katlanmam gerekiyordu çünkü bazen -özellikle odama çekilmiş kitap okuduğum zamanlarda- beni deli edebiliyordu. Neyse ki bu yaz rüzgarsız geçeceğe benziyordu. O yüzden bu sese çok da katlanmam gerekmeyeceğini düşünüyordum.
Sırt çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açıp eve girdim. Annem ve babam evde değillerdi. Annem kasabanın ilkokulunda sınıf öğretmeniydi. Haftada üç gün ders sonundaki kurslarda, notları pek de iyi olmayan öğrenciler için ders veriyordu ve bugün o günlerden biri olduğu için henüz eve gelmemişti. Babam kimyagerdi ve kendine ait çok da büyük olmayan laboratuvarında, benim faydasız olarak nitelendirdiğim ama bu düşüncemi asla babama söylemediğim deneyler falan yapıyordu. Ne deneyi olduklarını hiçbir zaman anlayamamıştım. Aynı zamanda tıbbi laboratuvar teknikeriydi ve kasabanın büyük sayılacak bir hastanesiyle birlikte çalışıyordu. Genel olarak hastaneden gelen kan veya idrar gibi testlerin sonuçlarını çıkartıyordu.
Kapıyı arkamdan kilitleyip, anahtarı tekrar çantama koydum. Mutfağa uğrayıp bir bardak dolusu suyu büyük bir iştahla mideme indirdikten sonra üst kattaki odama çıktım.
Yatağımı bugün toplamadan çıktığımı hatırlıyordum ama annem bir şekilde zaman bulup toplayabilmişti demek. Soluk tonlardaki sarı, yeşil ve mavi tonlarındaki yatak örtüm, yine soluk yeşil renkteki perdelerim ve pencereden içeriye süzülen güneş ışığı göz alıcı bir uyum içindeydi. Annemin görsel ve uyum takıntısından dolayı onu mutlu etmek için yatak örtüm ve perdemi değiştirirken her zaman ikisini aynı renk tonlarında seçerdim.
Çantamı çalışma masamın üzerine bırakıp giysi dolabımdan bir havlu çıkardım ve yavaş adımlarla banyoya doğru yol alacakken boy aynasının önünde durup kendime bakma ihtiyacı hissettim. Saçlarım her zamankinden daha açık sarı gibi gelmişti gözüme. Belki de arkamdaki pencereden gelen güneş ışığı yüzündendi. Biraz daha inceledim. Her zamankinden daha mı hacimliydi sanki? Veya kabarık? Ve gerçekten daha sarı göründüğüne yemin edebilirdim. Belki de bugün güneş altında fazla oturduğum içindi. Güneş saçların rengini açar mıydı? Emin değildim. Yakıcı güneşe hasret bir kasabada bunun cevabını bilmek olanaksızdı.
Aynaya biraz daha yaklaştım ve zaten mavi olan gözlerimin, üzerine güneş düşmüş bir okyanus gibi parladığını gördüm. Bu beni şaşıtmamıştı aslında çünkü gözlerim mavi ve yeşil arasında ortama göre değişebiliyordu. Veya giydiğim kıyafete göre. Ama hiç bu kadar güzel göründüğünü hatırlamıyordum. Biraz uzaklaşıp kendime bir bütün olarak baktım. Yorgun, bitkin, burnu silinmekten biraz kızarmış ama şaşırtıcı derecede güzel görünüyordum.
Bunun üstünde çok fazla düşünmedim. Belki de grip insanı güzelleştiriyordu. Hah! İçimden geçirdiğim bu aptalca şeye kendi kendime güldüm. Ilık bir duşun ardından rahatça bir uyku çekmenin hayalini kurarak banyoya doğru gittim.
***
"Dorothy... Dorothy?"
Gözlerimi zorlanarak yavaşça açmaya çalıştım. Göz kapaklarımla bir tırı kaldırıyormuş gibi hissetmiştim. Yavaş yavaş birkaç kez kırpıştırıp bulanıklığın yok olmasını bekledikten sonra, bana eğilerek durmuş annemi gördüm. "Anne?"
"Tatlım, hasta mısın? Okuldan sonra eve gelip uyumak pek sana göre bir şey değil." Ateşim olup olmadığını kontrol etmek için eliyle alnıma dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUSURSUZ
Ciencia Ficción!!!Kitabımın asıl konusu cinsellik olmasa da bazı bölümler makul seviyede cinsellik içerecektir!!! Yıllardır kapalıymış gibi hissettiren gözlerimi tereddütle araladım. Ne göreceğimi bilmiyordum. Nerede olduğuma emin değildim. Güneş ışığının büyük b...