Ertesi gün işe gitmek üzere uyandım, kahvaltımı yaptım ve yola koyuldum. Antika dükkânında çalışıyorum. Aslında pek çalışmak denmez. Bugünlerde kimse antikacıya uğramıyor. Sırf babama söz verdiğim için buradayım. Babam ile Mike amca dosttan da öte bir bağla bağlıydılar birbirlerine. Babam hiçbir zaman onun yanından ayrılmamam konusunda benden yemin etmemi bile istemişti. Bu tavrı bana biraz tutucu gelse de mecburen kabul etmiştim. Annem, daha ben küçükken ölmüş. Babam da ben 15 yaşındayken vefat etti. O kadar üzülmüştüm ki; o zamanlar kimseyi görmek, konuşmak istememiştim. Kaçıp gitmek istemiştim. İşte o zamanlar Mike amca benimle epey ilgilenmişti. O zamanlar onunda babama söz verdiği için benimle ilgilendiğini düşünmüştüm; oysa o beni gerçekten kızı olarak görmüştü. Bunu anlamam çok zaman almamıştı. Kısa sürede baba-kız gibi olmuştuk. O yüzden şuan bana en yakın kişi ve hayatımdaki tek yakınım Mike amca ve onu yüzüstü bırakıp gitmek istemiyorum ve fırsat buldukça onunla vakit geçiyorum.
Dükkâna girdiğimde Mike amca her zamanki gibi bir elinde kahvesi, diğerinde kitabıyla masasında oturuyordu. Saatlerce kitap okuyabilirdi. Ne de olsa müşteri de gelmiyordu. Bu, onun için en büyük ganimetti. Bazen antika dükkânını sırf kitap okuyabilmek için açtığını düşünüyorum. Beni gördüğünde bir dakikalığına gözlerini kitabından ayırdı:
-“Hoş geldin.” dedikten sonra tekrar kitabının sayfaları arasında kayboldu. Bu duruma alışmıştım. Mike amca konuşmaktan çok dinlemeyi sevenlerdendi. Birileri konuşunca konuşurdu. Mavi gözlerini kitaplarına saklardı hep. Arka tarafa geçip bende bir bardak kahve aldım. Bugün dükkânda fazla kalmayacaktım. Ciddi bir iş başvurusuna gitmem gerekiyordu. Üniversiteden sonra birkaç yerde çalışmıştım ama bu şirket… Burada çalışmak bana çok iyi bir referans olabilirdi ama bunu Mike amcaya söylemek her defasında zor oluyordu. Başka bir işte çalışmak ona göre ihanet sayılıyordu. Ah! Onun şu koruma içgüdülerinden biri daha… Burada çalışmayı bende seviyordum ama bir geleceği yoktu. Hem daha işe alınıp alınmayacağım bile belli değilken; bu biraz daha bekleyebilirdi.
-“Bugün bir işim var.” diye geçiştirdim arka taraftan.
-“Tamam, ben idare ederim.” dedi içerden.
Güldüm. Sanki çok müşteri geliyormuş gibi idare mi edecek? Dükkâna parmakla sayılacak kadar müşteri geliyordu. Onlarda babamın ve Mike amcanın çok eskiden tanıdığı, hatır gönül için gelen dostlarıydı. Yoksa eski telefonlara, el oymalı aynalara, bronz şamdanlara, kenarları varak koltuklara ve diğer ıvır zıvıra kimse ilgi duymuyordu. Mike amcaya kaç kere antika işini bırakıp daha güzel bir yerde daha modern bir uğraş edinelim dedimse de dinletememiştim. Burasının onun için değeri bambaşkaydı.
Kapının sesini duydum. Birileri gelmişti. Kahve bardağımı tezgahın üstüne bırakarak ön tarafa yöneldim. O sırada Mike amcanın sesini duydum. Sesindeki paniği son anda fark ettim.
-“Buyrun.” demişti ben yanına geldiğimde. Yüzü kireç gibiydi.
-“Biz bir kutu arıyoruz.” dedi karşı ses.
Birden irkilerek karşımdakilere baktım. Bir an gözlerimin bana oyun oynadığını sandım.
Yılan adam ve Şahin kadın…
Göz göze geldik. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Olduğum yere donakaldım. Beni tanımamış gibiydiler. Dikkatlice inceledim ikisini de. Ne kadının yüzünde yara izi vardı ne de yılanın dili ikiye ayrıktı. Yanılmış olmalıydım. Bunlar onlar olamazdı. Nasıl olabilirdi ki? Ama ya kutuyu sormaları, O da mı tesadüftü?
Mike amcanın korkmuş sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
-“Nasıl bir kutu arıyorsunuz?” diye sordu. Yılan adam konuşmaya başladığında Mike amca da benim önüme geçmişti. Sanki beni koruyor gibiydi.
-“Kırmızı renkte bir kutu, ortasında siyah bir damga var. Altında da isim yazıyor.
Mike amca iyice huzursuzlandı. Kulağıma eğilip iyice panik olmama neden olan bir şey fısıldadı:
-“Koş deyince arka kapıdan koşacaksın ve arkana asla bakmayacaksın. Tamam mı?”
Bu da ne demek şimdi? Benden kaçmamı mı istiyordu gerçekten?
-“Ne yazıyordu? diye sordu.
Şahin kadın gülerek konuştu:
-“ E.M.” dedikten sonra birden bize doğru saldırıya geçtiler. Mike amca “koş” diye bağırmaya başladı. Ne yapacağım konusunda en ufak bir fikir yoktu. Onu orada tek başına bırakmak istemiyorum ama sanırım buna mecburdum. Bir karar vermem gerekiyordu ve Mike amcayı o iğrenç yaratıklarla yalnız bırakarak koşmaya başladım. Dar geçidin en sonundaki kapıyı açtım ve arkama bakmadan kaçtım.
Rüyamda gördüğüm yaratıkların gerçekte ne işi vardı? Rüyamın aksine tam bir insan olarak karşımdaydılar ve yine rüyamın aksine beni tanımamışlardı. Ama Mike amcayı tanımış olmalılardı. . Yoksa neden saldırıya geçsinlerdi ki? Mike amca da onları tanımıştı. Onları nasıl tanıyabilirdi? Onlar sadece rüyadan ibaret olmalıydılar. Ama öyle olmamıştı işte. Bunlar gerçekten oluyordu. Bizden ne istiyorlardı? Hem rüyamda hem de biraz önce olduğu gibi kutunun peşindeydiler. Kutunun içinde ne olabilirdi ki? Acaba kutu Mike amcada olabilir miydi?
Arkama baktım. Kimse yoktu. Hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Nereye gidecektim? Mike amcaya ne olmuştu? Ölmüş olabilir miydi? Olamazdı. Olmamalıydı. Yüzümdeki korku ve panik karışımı tuhaf ifade etrafımdaki insanların bana acır gibi bakmalarına sebep oluyordu. Perişan halimi görenler hemen başka tarafa yöneliyordu. Ama onların ne yaptıkları umurumda bile değildi. Aklımda yalnız bir tek soru vardı: Şimdi ne yapacağım?
Biraz ilerledikten sonra önüme çıkan ilk banka oturdum. Titreyen ellerimle telefonumu çıkardım ve Mike amcanın numarasını çevirdim. Telefonu çalıyordu ama açan olmadı.
Lanet olsun!
Dükkâna geri dönmeliydim. Kalktım ve geldiğim yoldan geri yürümeye başladım. Yürüdükçe daha da cesaretleniyordum. Oraya gidip Mike amcaya ne olduğunu anlamalıydım. Eğer hala oradaysa her şeyi öğrenmeli ve ne yapacağımıza karar vermeliydik. Birden kulağımda yankılanan bir sesle irkildim.
-“Evine dön.”
Korkuyla arkama döndüm ama arkamda kimse yoktu. Önüme dönecekken tekrar aynı sesi duydum:
-“Ev, seni koruyacak. Oraya git.”
Ses kulaklarımda çınlıyordu. Ellerimle kulaklarımı kapamaya çalışsam da fayda etmiyordu. Ses aynı sözleri tekrar edip duruyordu. İnsanların bana garip bakışlarını fark etmemle kendime gelmem bir oldu. Olduğum yerde doğruldum.
Koşarak oradan uzaklaştım. Eve gitmem en doğrusuydu sanırım. Belki Mike amca beni evde bekliyordu.
Eve geldiğim zaman bir süre kapının önünde bekledim. Evde birileri var mı diye kulağımı kapıya dayadım. Ses yoktu. Herhangi bir hareketlilikte yoktu. Ne Mike amca ne de başka biri. Demek ki o yaratıklar yerimi öğrenememişti. Gerçi beni tanımamışlardı da. Ama Mike amca da yoktu. Peki, o ses neden eve gitmemi söylemişti ki? O ses… O ses rüyamda duyduğum sesin aynısıydı. O da mı rüya değildi yani? Tanrım neler oluyordu? Kapıyı açtım ve dikkatlice eve girdim. Etrafa göz gezdirdim, kimseler yoktu. Rahat bir nefes almak istiyordum artık ama yapamıyordum. Kafamda binlerce düşünce varken rahat bir nefes almak imkânsızdı. Ama şuan tek derdim Mike amcaya ne olduğuydu. Yorgunluğum beni ele geçirmese tüm bu olanları, o yaratıkların bizden ne istediklerini, rüyamın nasıl böyle gerçek olduğunu ve kafamdaki sesin kime ait olduğunu düşünecektim ama hem yorgunluk hem uykusuzluk bedenimi yenip beni koltuğa uzatıyor ve uyuyakaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya Ötesi Aşk
Science FictionArkadaşlar öncelikler merhaba :D Bu benim ilk bilim kurgu hikayem. O yüzden hatalarım özellikle kurgu hataları olabilir. Şimdiden özür dilerim. Dört beş ay önce bir rüya gördüm ve oradan yola çıkarak bu hikayeyi yazdım. Tabi kurgulayarak... Bakalım...