Arkasından hiçbir düşünce kafamı dağıtmadığında sakin bir şekilde gidiyordum. Sanki düşünmek yasaktı.
Aniden durup bana döndüğünde elimize baktım. Ağzını açıp konuşacakken nereye baktığımı anlamış gibi susup elini elimden çekti. Bunu kibar bir şekilde yapmıştı.
"Görüyorsun değil mi şu duvarı? İlk önce oraya sen yürü, sonra ben geleceğim. Kimseye çaktırma zaten ders zili çalmıştı ama sen yine de dikkat et." belimden tutup beni ileri ittiğinde hemen koşup dediği yere vardım.
Kısa duvarın yanındaki küçük çalılığın yanına sığınıp hiçbir ifade belirmeyen boş suratımla jungkook'u izledim.
Yarım dakika sonra ortaya çıkıp yanıma hızla geldiğinde direk eğilip bana baktı. "Çabuk, bekleme. Hadi, sırtıma bas.. Hadi, lali." lakabımı uzun bir zaman sonra dudaklarında belirişini gördüğümde titredim. Yine kurduğu plana uyup istemesemde beline basıp duvara tırmandım.
Ona daha fazla yük olmamak için kendimi tehlikeye atıp duvardan öyle bir atladım ki dizlerimi çürüttüğüme daha atlamadan emin olmuştum.
Düştüğüm yer tozlu olduğundan ellerim ve bacaklarım sızlıyordu. Dengesiz düştüğüm yerden inleyerek doğrulduğumda yüzüm ekşimişti.
Kıçıma oturup bacaklarımı uzattığımda üstündeki hafif çizikler ve ondan fazla küçük kan damlası gördüm. Bakış alanımı ellerime kaydırdığımda bacaklarımdan daha kötü bir durumdaydı.
Sinirden saçlarımı yolacak raddeye gelmiştim bugün. Hatta aşıyordum bile.
Duvarın ardından gelen sesle kafamı kaldırdığımda jungkook ayaklarının üstünde yere atlamıştı bile.
Onu gördüğümde kendimi toparlamaya çalışsam bile duruşumda bir değişiklik olmamıştı. Çünkü acısı utancımdan daha fazlaydı.
"Siktir." elini birbirine sürtüp bana doğru hızla yöneldiğinde kafamı eğdim. "Ne oldu? Düştün mü? İyi misin?" art arda gelen soruların tüm cevapları belli olsa da gelenek için sormuş olmalıydı. Ya da endişesinden.
Çenemden tutup kafamı ona doğru çevirdiğinde dudaklarım iradem dışında büzüşmüştü. "Acıyor." dedim gözyaşlarım onun ilgisi yüzünden daha çok körüklenirken.
"Tamam, tamam, dur. Bekle." bana doğru eğildiği yerden kalkıp üç beş adım attı fakat hemen huzursuzca yanıma geri döndü. "Çantam okulda." bana bakmaya devam ederken bir şey demeyip ayaklarıma basmak için kıpırdadım.
Tekrar yanıma döndü ve bana yardım için kolumdan ve belimden kavradı. Ayaklarım neredeyse kırmızıya boyanacaktı. "Eve gitmek istemiyorum." ona bakıp durdum.
"Annem evde değil. Bize gidelim."
"Hayır, annem görebilir."
"Böyle başka nereye gidebileceğini düşünüyorsun tanrı aşkına?" sesi kalın ve hızla çıkınca ona ters ters baktım.
Kolumdaki eli daha sıkı kavrayınca beni yürümeye devam ettim. Evimizin okula yakın olduğu gerçeği beni mutlu ederken bir yandan da bu acıya katlanamayıp çökeceğimi ve ağlayacağımı hissediyordum.
Jungkook yol boyunca beni teselli edip yaralarımın kalıcı olamadığını mırıldansa da bu benim acımı dindirmedi.
Yavaş yavaş yürüdüğümüz için ter içinde kalmıştık. Yüzünden akan terleri görünce daha çok utanıyordum. Ne de olsa benim yüzümden böyleydik.
Sonunda apartmanın kapısı göründüğünde belimi ve kolumu rahat bıraktı. Yandaki duvarlara tutunup yürüdüm ve hemen asansöre bindim.
"Yukarı çıkınca hallederiz." dedi gözleriyle bacaklarıma bakarken. Başımı sallayıp içeri sızan soğuk havayla beraber rahatlamaya çalıştım.