ep.29

257 23 2
                                    

"Rahat bırak beni!" çantamı gürültüyle kendime daha çok bastırırken buradan tamamiyle sıvışmak istiyordum. "Öğretmen olman umrumda değil! Bırak!" çığlık çığlığa duyulan sesler her bir adımda daha çok geriyordu beni. Seul'un yapacakları aklımdan geçince daha çok belli edeceğim diye başımı eğdim. Bir an önce bu kavgaya bulaşmadan eve gitmek istiyordum.

Kalabalığın ağzını kapatıp duvarları birbirlerine gösterdiklerini gözümün ucuyla gördüğümde adımlarım yavaşladı. Gördüğüm şeyle şok geçirirken ağzım açık kaldı.

"Seul.. ne yaptın sen.." sağımdaki büyük puntolu yazılar ve kanıt için yapıştırılmış fotoğraf bir yandan kötü hissetmeme neden olsa da bir yanda tam anlamıyla beni memnun ediyordu.

Duvardaki yazıyı kapamak için kendini paralayarak oraya doğru koşmaya çalışan yerimi izledim sonra. Öğretmenler kollarından tutup durdurmaya çalışsa da onları itmek için elinden geleni yapıyordu.

Bu hali, son dönemde bana yaptıkları film şeridi gibi gözümden geçerken keyif almamı bana öğütlüyordu. Ona acıyamazdım, kimse acıyamazdı. Yaptıklarının bedelini böyle çekiyordu, çektiriyorduk.

Daha fazla bakmamak için oradan uzaklaşıp eve doğru yürüdüm. Canım hiçbir şey istemiyordu. Okula hayalet gibi gidip öyle eve dönüyordum. Bundan sonrası nasıl olacak diye bile düşünemiyordum, yapamıyordum.

Aklımda olaylar yavaş yavaş hala uyanırken sadece bir yere yığılıp ağlamak istiyordum. Bu yaşadıklarımı son üç ay içinde yaşamıştım, şaka gibiydi.

Kulaklıklarımdan son ses uluyan müzik iyice canımı sıkarken çıkarıp cebime sıkıştırdım. Bir beş dakika kadar yürüyüp evin önüne geldiğimde dalgınlık üstümdeydi hala. Yavaşça asansöre binip biran önce eve girip bir duş almak sonra uyanamayacağım kadar uyumak istiyordum. Ruhsal yorgunluğum fiziksele de dönüşmüştü.

Evin kapısına geldiğimde kenarda duran çiçeğe yavaşça elimi uzattım. Gözlerim kapıda olmasına rağmen umursamazca bakmayarak anahtarı çiçeğin altında aradım. Elime hiçbir demir parçası değmediğinde başımdan soğuk sular dökülmüş gibi hissettim. Sonra bir umut paspasın altına baktım. "Siktir."

"Siktir, anahtar, siktir!" sinirden başka diyecek bir şey bulamazken iyice delireceğimi hissettim. Şimdi ne bok yiyecektim.. Dalgınlıktan annemin mesajlarını unutmuşken ta buraya kadar mal gibi yürüyüp gelmiştim.

Sinirden gözlerim dolsa da kenardaki soğuk merdivenlere kalçamı yapıştırdım. Telefonu elime aldığımda diğer elim de alnımda tüm yükü tutuyormuş gibiydi. İlk başta annemi arayacak olsam da vazgeçtim. Şimdi belkide jungkook'la onun evinde olduğumuzu sanardı. Böyle sanması iyiydi. Çünkü jungkook'a durumumu söyleyemezdi.

Arkadaşım yoktu. Jungkook'tan başka güvenebildiğim hiçbir arkadaşım yoktu. Kimseyi arayamadım, kendime acıdım. Güvendiğim insanı aylar öncesine kadar kaybetmiştim.

Telefonu yanıma yavaşça indirirken iki elimle yüzümü kapadım. Ağlamak istemesem de gözyaşlarımı şimdi yanaklarımda hissediyordum bile.

Yarım saat boyunca ortada öylece kalıp bekledim. Tüm günümü burada geçirmeye razıydım, jungkook'un yanında olmaktan iyidir..

Ayağa kalkıp çiçeklerin üstünde duran pencereye yürüdüm. Temiz havayla az da olsa zaman geçirebilirdi belki. Çantamı omuzlarımdan indirip dışarı baktığımda güneş direkt yüzüme vurdu ve gülümsedim.

"Gerizekalı mısın kızım sen!" arkamdan gelen ani asansör sesi ve yüksek sesle yerimden zıpladım. Kalbim hızla atarken korkuyla arkamdaki bedene bakındım. Nefes nefese kalmış, elleri dizlerindeydi.

"Ne oluyor?" onun yüksek sesinden daha yüksek bir şekilde korktuğumu belli ederek isyan ettim. Korkum hala geçmezken ikimizde birbirimize öldürecek gibi bakındık bir süre.

"Ne işin var burada? Annen bana söylemese akşama kadar burada kalacaktın değil mi? Tanrı aşkına senin kafandaki şey boşa mı var?" camdan iyice uzaklaşıp kapının oraya ilerledim.

"Anahtarım var. Yeni geldim."

"Hadi aç girelim o zaman."

"Sen gitmeyene kadar açmam." art ardına hızla konuştuğumuzda tekrar araya bir sessizlik girdi. Sinirlendiği ve bana gıcık kaptığı gözlerinden belli oluyordu. Aynısından iki katı bende de vardı.

"Lalisa hadi, uğraştırma, gidelim."

"Siktir git, ben gelmiyorum." kaşlarını kaldırıp diliyle dudaklarını yaladı. Sabır diliyormuş gibi güldü ve bana yakınlaştı.

"Anneni aramak istemiyorum." bu ihtimali düşünemeyen kafama vurmak istiyordum ve ondan kurtulmak için kısa zamanımın içinde düşünmeye başladım. Ne yapabilirdim? Belki de, hiçbir şey?

"Gelmek istemiyorum." dedim utançla. Yüzüne bakmak istemiyordum, bakarsam benden dayak yerdi yoksa.

"Neden?" sesi kırılgan çıkarken şaşırdığım için hemen gözlerine baktım. "Sana ne yapacağımı düşünüyorsun lalisa? Sen beni tanımıyor musun?" yanlış anlaşılmanın verdiği sabırsızlıkla lafa girdim.

"Saçmalıyorsun. Sana, gelmek istemiyorum demedim sadece -" sözümü bitirmediğime rağmen hemen çantamı aldı ve asansörün önüne ilerdi. Az önceki kırılgan yüzünden iz yoktu. Benimle oynamış, beni kandırmıştı adi piç.

"Gökyüzü kararıyor, bir an önce eve gidelim." karşı çıkacağım anda asansörün kapısı açılmış içine girmişti. Halime ve şanssızlığıma yanarken tek sevindiğim şey götümün ısınacak olmasıydı..

arkadaşlar bu tatil klişesi olmazsa olmazdı;) mslsls
size istediğinizi ileriki bölümlerde veriyorum, noo merakk

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 15, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

not tae, it's u  - lizkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin