11. Sesler

7.7K 885 357
                                    

Sınava giren ağabey ablalarım, ölü veya ağır yaralı falan yok değil mi, herkes hayatta?

"Jeongguk bırak vasiyet yazmayı..."

Elimdeki kalemi çekiştiren Jin'e öfke dolu gözlerimi çevirip kalemi hızla kendime çektim. Onun yüzünden kağıt da buruşmuştu zaten. "Ölüyorum ben gerizekalı, mirasım başıboş mu kalsın?"

"Kızgınlıktasın, aklın başında değil, o vasiyeti kabul edeceklerini sanmıyorum..." Omuz silktim ve kalemle kağıdı komodine bırakıp iç çektim. "Cidden ölüyorum ha, oysa ki daha ilk filmimi bile çekmedim. Cidden acınasıyım..."

Olduğu yerde derin bir iç çekerek kollarını göğsünde kavuşturdu, bakışları benim üzerimde dikilirken ne kadar da bıkmış olduğunu açıkça belli ediyordu. "Ölmüyorsun, Gguk," dedi gözlerini devirerek. "Hadi hazır nefes alabilmişken yemek yemeye gel. Açlıktan öleceksin şimdi."

Hafifçe başımı salladım ve yerimden kalktım, yatakla o kadar bütünleşmiştim ki artık canlı gibi geliyordu ve sanki ondan gittiğim için üzülüyordu. Elimi yatak başlığına koyup teselli etmek istercesine okşadım. "Üzgünüm, dışarı çıkmam gerekiyor seni bırakıyorum. Yarım saate gelirim tamam mı? Kendine dikkat et."

Bu tavrıma karşılık tekrar iç çekti ve kollarını belime yerleştirdi destek olmak istediğini belli ederek. Destek olması fena olmazdı çünkü bu kızgınlık dedikleri şey harbi boktandı. Çin işkencesine maruz kalıyormuş gibi hissediyordum.

Beni yavaşça mutfağa doğru ilerletirken birazcık da olanlardan bahsediyordu. Dediğine göre şimdilik her şey yolundaymış, Taehyung'un kurdu fazla zorluk çıkartmıyormuş vesaire. Bu beni üzerdi, ben burada acıdan kıvranırken onun tek derdinin mastürbasyon yapmaktan kolunun ağrıyor oluşunu kaldıramazdım.

Nihayet mutfağa vardığımda kendimi sandalyelerden birine attım. Masanın diğer tarafında oturan Yoongi ona daha fazla yaklaşmamla yüzünü buruşturmuştu. "Feromonların çok ağır. Şu haplar olmasa bayılır kalırdım herhalde." Bu tavrına hafifçe güldüm, Yoongi baskın feromonlardan nefret ederdi. "Üzgünüm," dedim hiç de üzgün olmadığımı göstermekten çekinmeyen bir tavırla gülümseyerek. "Neyse, çok açım. Tadı hipopotam kakasına benzemeyen bir şeyler verin lütfen."

Bunu der demez tezgahın önünde bulunan Bay Min arkasına döndü ve elindeki tepsiyi önüme bıraktı. "Al bakalım," diyerek saçlarımı karıştırdı ve kocaman gülümsedi. "Hepsini bitir, biraz da hava alman için dışarı çıkaralım seni."

Bu dediği kaşlarımı çatmama, öfkeyle oflamama sebep olmuştu; dışarı çıkmayı zaten sevmezdim, şu anki durumumda ise isteyeceğim son şey dahi değildi. Önümdeki yemeği kıtlıktan çıkmışcasına mideme indirirken ağzımın kenarına bulaşan lekeleri umursamayacak kadar açtım. Birkaç dakika geçmemişken parçalardan biri boğazıma takıldı, dumura uğramış bir şekilde öksürürken Yoongi, "Gerizekalı," diye mırıldanarak sırtıma vuruyordu sanki bir boks torbasıymışımcasına. Aynı bu şekilde birkaç boğulma tehlikesi daha atlattıktan sonra nihayet ölmeden yemeğimi bitirebilmiştim.

"Hesaplamalarıma göre," diyerek ciddili bir konuşma yapacağını belli etti Bay Min, elinde bir kağıt parçası tutuyordu. "Şu ani gelen sancıların kızgınlığın mümkün olan en düzensiz şekilde yaşandığını gösteriyor. Bu kesinlikle normal bir şey değil, aksine çok çok kötü. Ama şöyle ki... Ağrıların cidden çok fazla, yani elbette ki normal bir kızgınlıktan daha yoğun olacağını tahmin ediyorduk ancak bu tahminimizin çok ötesinde. Ve bu yüksek acı olayını bir ihtimal kurdun gruplara bölüyor da olabilir. Yani azıcık daha acı çekmek şartıyla kızgınlık ağrılarını parçalara bölüyor gibi. Yaklaşık beş saat kıvranıyor ve yaklaşık iki saat rahat ediyorsun. Kurdun cidden zeki."

HatedHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin