Reyhan öncelikle mezarlığa gitmek istedi. Fakat annesini o kara toprağın altına görmeye hazır değildi. Köyün dışarı tarafında kalan dağlık kısma doğru yürümeye koyuldu. Ev üstüne üstüne geliyordu. Belki biraz dolanmak iyi gelirdi.
İçine bir sıkıntı düştü, gözleri buğulandı. Annesizlik çok ağırdı. Reyhan ise bu yükü yüklenemiyordu. Annesinin kokusunu özlüyordu, sarılmak istiyordu. Zihnine çarpan şeyle ağlamaya başladı. Bir süre sonra annesinin yüzünü de unutacak hale mi gelecekti?
Gözyaşları görüşünü zorlaştırıyordu. Yüksek bir taşı görüp üstüne oturdu. Derin bir nefes aldı. İçindekiler taşıyordu. "Anne," diye hıçkırdı. "Anne," ağlamayı sürdürdü.
Ağlamak iyi gelmişti Reyhan'a. Biraz daha hafiflemiş hissetti kendini. Yaklaşan tehlikenin farkında değildi. Dili damağı kurumuştu. Başın güneş geçmişti galiba. Başında şiddetli bir ağrı vardı. Tülbendini başından çekti aldı. Kafasını kaldırdığında yakınında olmasına rağmen kendisine doğru koşan genç adamı gördüğünde korkuyla soludu. Ne olduğunu anlayamadan genç adamın kollarında buldu kendini. Reyhan korkuyla nefesi hızlanmıştı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Genç adam ise ondan farksızdı. Nefes nefese şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Aralarında bir nefeslik mesafe vardı.
Reyhan saniyeler içinde kendini adamın kollarından çektiği sıra kafasını oturduğu yere çevirdiğinde korkuyla soludu. Yılan kıvrıla kıvrıla oturduğu taşın altına sokuldu.
Reyhan yılanın onu sokabilme ihtimali ile beti benzi atmıştı. Elleri titriyordu korkudan. Yanındaki adamın varlığı ile yutkundu. Başını eğdi. Salık olan saçları kafes gibi başının etrafını sarmıştı. Elinde topak yaptığı tülbendi başına örtüp saçlarını içine tıktı.
Genç adam ise kızın utangaçlığı ile bir adım geri gitti. Açıklama yapma gereği hisseti. "Benim ilerde sürüm var, seni görünce köpek var sürüye yaklaşma demeye gelmiştim. Yanına yaklaşınca otların arasında yılanı gördüm," diye mırıldandı. O da ne yapacağını şaşırmıştı. Reyhan ise utancından başını kaldıramıyordu.
"Sen bizim köyden misin? Seni tanımıyorum," dedi genç adam. Karşısında ki kızı dikkatle inceliyordu. Güzel bir kızdı, yanaklarının al al olması ise onu daha da güzelleştirmişti.
"Ben aşağıdaki köydeyim. Gündoğdu diyorlar bilir misin, bilmem," diye mırıldandı.
"Biliyorum," dedi genç adam. "Yanımda su var, vereyim istersen. Korktun iç biraz iyi gelir," Reyhan'a bakarak gülümsedi ama Reyhan görmemişti. Başını kaldıramıyordu ki.
"Yok sağ ol, ben gidiyim, " diyerek genç adamın yanından uzaklaştı. Elini kalbine koyup derin bir nefes aldı. Kalbi hızla çarpıyordu.
Genç adam kızın arkasından bakarken gülümsemesine engel olamadı. Kızın arkasından bağırdı. "Adın ne?"
Reyhan uzakta olmanın cesareti ile dönüp güldü. "Reyhan," diye bağırdı. Genç adamın ona gülümseyerek bakması içini hoş ediyordu. "Senin," diye de ekledi.
"Ramazan."
***
Mahir tarlanın başında karısı ve çocukları görünce kaşları çatıldı. Elindeki işi bırakıp karısının yanına doğru ilerledi. Emine ile Zehra'nın çocukları ellerindekini bırakıp annelerinin yanına doğru koşuşturdular. Süleyman ise elinde taşıdığı kabı daha bir sıkı kavradı. Nazeli bir tarafında Saadet diğer tarafında tencere vardı. Nazeli kendisine doğru gelen kocası ile ne yapacağını şaşırdı.
Mahir karısı ve çocuklarının yanına geldiğinde Süleyman hızla lafa girdi. "Baba bak bunu ben taşıdım," dedi gururla. Mahir gülümseyip oğlunun saçlarını sıvazladı. Bakışları karısına döndüğünde ters ters baktı. "Çocuklarla buraya kadar niye geldin Nazeli?" diye dişlerinin arkasından konuştu. "Sana demedim mi Reyhanla gönder diye?"